HABER MERKEZİ –
“Savaşın yakın zamanda bitmesini beklemek yanlıştır. Bu açıdan hala savaşın süreceği düşünülerek devrimci demokratik güçler, özgürlük mücadelesi veren güçler kendi örgütlülüklerini de, askeri güçlerini de ve bu temelde ittifaklarını da geliştirmek durumundadır. Bu tür savaşlarda ittifaklar her zaman önemlidir. Zaten bütün savaşlar bir yönüyle de ittifaklar savaşıdır. Bu yönüyle de demokratik güçlerin, savaşın bitmediğini görerek örgütlülüğünü, askeri güçlerini büyütmesi, ittifaklarını geliştirerek sürecek savaşta kendilerini etkin kılması gerekmektedir.”
Ortadoğu’da kelimenin gerçek anlamıyla bir dünya savaşı sürmektedir. Dünya savaşları her zaman eski dengelerin anlamsız hale geldiği, yıkıldığı; yeni dengelerin ve yeni statükoların arayışı içine girildiği dönemde gerçekleşir. Eski dengeler, eski statüler yıkılır; yeni dengelerin ve yeni statükoların gerçekleşmesi savaşla sağlanır. Bu yönüyle reel sosyalizmin yıkılması ve Sovyetlerin dünya dengelerinden çekilmesinden bu yana Üçüncü Dünya Savaşı sürmektedir. 1990’lı yılların başında gerçekleşen Birinci Körfez Savaşı Üçüncü Dünya Savaşı’nın ortaya çıkmasını ifade ediyor. Belki tüm güçler bu savaşın içine girmemişti ama 1990’lı yılların başından itibaren Ortadoğu’da yeni dengelerin, yeni statükoların oluşması süreci başladı. Ortadoğu tarih boyu dünya dengelerinin kurulduğu yer olduğu gibi, günümüzde de dünya siyasal dengelerinin kurulduğu yer olmaktadır.
Dünyanın omurilik soğanı Ortadoğu’dur. Önceleri dünya dengelerinin kurulduğu yer Ortadoğu’yken, kapitalizmin küreselleşmesiyle birlikte bu gerçeklik daha belirgin hale gelmiştir. Ortadoğu hem tarihsel-toplumsal olarak dünyanın merkezi konumundadır hem de coğrafi olarak böyle bir konumda bulunmaktadır. Bu yönüyle Ortadoğu merkezli süren savaşa Üçüncü Dünya Savaşı tanımı yapılmıştır.
Üçüncü Dünya Savaşı kapitalist ülkelerin hiyerarşisini belirleme savaşıdır
Üçüncü Dünya Savaşı’nı Birinci ve İkinci dünya savaşları gibi anlamak doğru değildir. Birinci ve ikinci dünya savaşları gibi ele alınırsa siyasal yanılgılar ortaya çıkar, bu da yanlış tutumların ve yaklaşımların ortaya çıkmasını beraberinde getirir. Birinci ve İkinci dünya savaşında dünya tamamen belli cephelere bölünmüş, bu cephelerin karşılıklı çatışmasına dönüşmüştü. Bugün dünyada kapitalist sistemin karakteri değiştiğinden ekonomik, siyasal mücadelenin karakteri de değişmiştir. Küreselleşen kapitalizmden söz edilmektedir. Küreselleşen kapitalizm ortamında, Birinci Dünya Savaşı’ndaki gibi, kapitalist ülkelerin iki cepheye bölünmesi ve karşılıklı bir şiddetli savaş içine girmesi söz konusu olamaz ya da savaşın böyle gerçekleşeceğini beklemek yanılgıdır. Bugün de kapitalist güçler arasında savaş küreselleşen kapitalizm koşullarında sürmektedir. Savaş, kapitalist ülkelerin hiyerarşisini belirleme savaşıdır. Yoksa birinin diğerini yok etmesine dayanan bir savaş değildir. Kim bugünkü dünya sisteminde birinci güç olacak, kim ikinci, üçüncü, dördüncü, beşinci güç olacak; bunun belirlenme savaşı sürmektedir. Bir piramit içinde, piramidin üstünde kim, altında kim yer alacak, diğer sıraları kim teşkil edecek; bunun mücadelesi verilmektedir. Öte yandan bu savaş kesintisiz sürecek bir savaştır. Hiyerarşide çeşitli güçlerin yerleri belirlenecek ama bu basamaklardaki yeri belirlenen güçler bir ateşkes içinde olmayacaklar. Sürekli bir mücadele içinde bu yer değiştirme çekişmesi, çatışması devam edecektir. Bu gerçekliğin bilinmesinde fayda vardır.
Şimdi Ortadoğu’da Üçüncü Dünya Savaşı sürmektedir. Bu Üçüncü Dünya Savaşı’nda ABD Ortadoğu’da kendi ekseninde dengeler yaratıp Ortadoğu merkezli kurulacak yeni dünya düzeninin temel aktörü olmak isterken, bunun yanında Rusya ve etrafındaki çeşitli güçlerin kendilerini etkili kılma mücadelesi söz konusudur. Yine Avrupa’nın Ortadoğu’da ve dünya dengelerinde yer alma mücadelesi vardır. Çin, Japonya, Hindistan gibi ülkeler de bu mücadele içindedir. Bu yönüyle çok aktörlü ve çok karmaşık bir Üçüncü Dünya Savaşı sürmektedir. Birinci ve İkinci dünya savaşlarındaki taraflar gibi netleşmiş ve savaşın sonuna kadar sürecek bir ittifaklar durumu yoktur. Süren savaşlar içinde sürekli değişen ittifaklar, taraflar olacaktır. Mevcut Üçüncü Dünya Savaşı’nın karakterlerinden biri de budur. Bugün bir tarafta yer alan bir güç yarın başka bir gücün yanında yer alabilir. Böyle kaygan dengeler ve ittifaklar zemininin oluştuğu bir mücadele gerçeği söz konusudur.
Şu anda süren savaş kapitalizme karşı herhangi bir sosyalist kampın mücadelesi değildir. Kapitalist sistemin kendi içerisindeki mücadeledir. Birinci Dünya Savaşı’ndaki gibi kapitalist güçler arasındaki bir mücadeledir. Kuşkusuz tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar halklar ve demokrasi güçleri böyle bir mücadelenin aktörü olmak konumundadır. Artık halkları dikkate almayan, halkların iradesini hiçe sayan, sadece çeşitli egemen güçler arasında yürütülen bir savaş söz konusu değildir. Bugün halk güçleri, demokratik güçler daha etkili mücadele içindedir. Halklar da bu mücadele içinde kendi konumlarını güçlendirmeye çalışmaktadır. Diğer savaşlardan en temel farkını böyle koymak gerekir. Kuşkusuz Birinci Dünya Savaşı sonunda sistem içi mücadele sonucu çeşitli çatışmalardan yararlanarak Sovyet Devrimi gerçekleşmişti. Yine İkinci Dünya Savaşı’ndaki çelişki ve çatışmaların yarattığı ortamda farklı ülkeler de kapitalist sistemden kopmuşlardı. Bugün de Birinci ve İkinci Dünya Savaşı’ndan farklı olarak, halkların da kendi demokratik iradesini kabul ettireceği bir sistem gerçeği ortaya çıkacaktır. Bu belki Birinci ve İkinci Dünya Savaşı ve geçmiş yüzyıllardaki gibi tamamen iki kampın, iki kutbun oluşması ya da tümüyle sistemden kopuk ayrı, izole bir sistem yaratma biçiminde olmayacaktır. Sistem içinde gerçekleşecek mücadele olacaktır ama halkların mevcut iktidar bloklarına karşı ve sömürücü, baskıcı sistemleri gerileten, halkların demokratik iradesinin güçlendiği bir dinamik mücadele süreci ortaya çıkacaktır. Devletler halkların iradesini dikkate almak zorunda kalacaklar ama halklarla söz konusu iktidarlar, güçler arasındaki mücadele kesintisiz sürecektir.
Günümüzdeki dünya savaşında demokrasi güçlerinin, halk güçlerinin, sosyalist güçlerin mücadele tarzı ve yöntemi ile kazanımları 20. yüzyıldan farklı biçimde ortaya çıkacaktır. Bu aslında bir kaybetme değil, aksine sistemle sürekli mücadele içinde olan ve sistemi sürekli geriletmeyi hedefleyen bir demokratik devrimci mücadele dönemine girilmesi anlamına gelmektedir. Mücadelenin gerilemesi, daralması değil, aksine süreklileşmesi ve boyutlanmasını ifade etmektedir.
Bölgede savaşın yakın zamanda bitmesini beklemek yanlıştır
Mevcut dünya savaşı kapitalist sistem içi güçlerin mücadelesi olduğundan bu mücadele yakın zamana kadar daha çok vekalet savaşları biçiminde ortaya çıktı. Özellikle Ortadoğu dengeleri içinde aktif yer almak isteyen uluslararası güçler ve devletler çeşitli yerel güçlerle ilişkilenerek, yerel güçleri destekleyerek Ortadoğu’da askeri ve siyasi güç olmaya ve dengeleri belirlemeye çalışmışlardır. DAİŞ’in, El Nusra’nın aktif biçimde ortaya çıkması, buna karşı Haşdî Şabî’nin kurulması, İran, Türkiye, Suriye, Suudi Arabistan ve başka ülkelerin bu mücadele içinde yer alması bir yönüyle de vekalet savaşlarını ifade ediyordu. Ancak gelinen aşamada Üçüncü Dünya Savaşı’na büyük devletler daha fazla girmeye başladı. ABD daha fazla kendini etkin kılmaya, Rusya kendisini daha fazla göstermeye, Avrupa ülkeleri ABD’yle ilişki içinde Ortadoğu’da etkinliklerini artırmaya yöneldiler. Rusya, Suriye ve İran’ı yanına alarak Ortadoğu’da güçlenmek istemektedir. Öte yandan Rusya, ABD ve Avrupa’nın Türkiye’yle çelişkilerinden yararlanarak Ortadoğu’da kendini daha avantajlı duruma getirmeye çalışmaktadır. Böyle bir mücadele sürmektedir. Bu açıdan DAİŞ’in yenilgisiyle birlikte Ortadoğu’da savaşın hafifleyeceği düşünülmemelidir. Savaş, Ortadoğu’da yeni dengeler kurulana kadar; yeni dengeler konusunda hem uluslararası güçlerin hem de bölgesel güçlerin belli bir uzlaşması, anlaşması olana ya da birbirlerinin konumunu kabul edene kadar sürecektir.
Savaşın yakın zamanda bitmesini beklemek yanlıştır. Bu açıdan hala savaşın süreceği düşünülerek devrimci demokratik güçler, özgürlük mücadelesi veren güçler kendi örgütlülüklerini de, askeri güçlerini de ve bu temelde ittifaklarını da geliştirmek durumundadır. Bu tür savaşlarda ittifaklar her zaman önemlidir. Zaten bütün savaşlar bir yönüyle de ittifaklar savaşıdır. Her güç ittifaklarla kendini daha fazla etkili kılmaya, güçlendirmeye çalışır. Bu yönüyle de demokratik güçlerin, savaşın bitmediğini, savaşın sonuna gelinmediğini, savaşın bundan sonra da süreceğini görerek, örgütlülüğünü güçlendirmesi, askeri güçlerini güçlendirmesi, ittifaklarını geliştirerek, sürecek savaşta kendilerini etkin kılmaları gerekmektedir. Bir kere bu gerçeğin altını tam olarak çizmek gerekmektedir. Çünkü bazı kesimler tarafından, hatta halklar, demokratik güçler tarafından sanki savaşın sonuna gelindiği gibi bir yanılgı ortaya çıkmaktadır. Bu bakımdan da kısa sürede şurada burada çözüm bulalım denilerek, mücadeleyi esas alan değil de diplomatik yollarla, çeşitli güçlerle ilişki ile çözüm arayışına giren, bu temelde de çeşitli güçlerin yürüttüğü mücadelenin parçası durumuna gelmeye yol açacak yanlışlıklar yapılmaktadır.
Kuşkusuz ilişki ve ittifakların geliştirilmesi gerekir. İlişki ve ittifaklar önemlidir. Ama hala sıcak savaşın süreceği bir dönemden geçiyoruz. Üçüncü Dünya Savaşı’nın sonuna gelinmemiştir. Bir dönem daha savaş sürecektir. Hem büyük devletlerin hem de bölge güçlerinin daha aktif biçimde savaşın içinde yer alacağı bir süreç yaşanacaktır. Nitekim son zamanlardaki çeşitli gelişmeler bunu açıkça ortaya koymaktadır. ABD’nin İran’a yönelik baskıları sadece İran’ı kuşatma, zayıflatma olarak görülmemelidir. İran şu anda Ortadoğu’da Rusya’nın en temel müttefiklerindendir. Ya da Rusya’nın Ortadoğu’daki en büyük müttefiki İran’dır. Hatta Suriye’den daha fazla Rusya-İran ilişkileri söz konusudur. Çünkü İran’ın konumu Ortadoğu dengelerinde en az Suriye kadar rol oynayan, etkileyen bir durumdadır. Bu açıdan, Yemen’deki mücadele de tamamen bir Ortadoğu mücadelesidir. Körfez’deki mücadele de tamamen bir Ortadoğu mücadelesidir. Yine, Doğu Akdeniz’deki mücadele de bir Ortadoğu hâkimiyeti mücadelesidir. Bu açıdan İran’la ABD arasındaki gerilimi Ortadoğu genelindeki bir gerilim olarak değerlendirmek gerekiyor. İran, Rusya’yla müttefiktir. İran bu karakteriyle Irak’ta, Arabistan’da ve Basra Körfezi’nde etkisini artırmak istemektedir. Bunlar sadece bir İran etkisi olarak görülemez, görülmüyor. Bunu Rusya’nın ve Rusya’yla ilişkide olan güçlerin bölgedeki hâkimiyet mücadelesi olarak ele almak gerekiyor. Bu açıdan Ortadoğu’daki mücadelenin çok boyutlu süreceğini, kısa sürede bitmeyeceğini görmek gerekiyor.
Sadece Suriye üzerinde değil, Irak üzerinde de hâkimiyet mücadelesi yoğun biçimde sürmektedir. Irak üzerinde ABD’nin etkisi var, Suudi Arabistan, İran’ı dengelemek açısından çeşitli güçler eliyle Irak politikasında etkili olmaya çalışmaktadır. Türkiye de KDP eliyle Irak’taki etkisini artırmaya çalışmaktadır. Bu yönüyle Irak içindeki mücadele de çok karmaşıktır. Suriye’de mücadele zaten en sıcak biçimde sürmektedir. Suriye’de şu anda bir taraftan Rusya, Suriye, İran bir güçtür, diğer taraftan Kürtler önemli güç olmuştur. Öte yandan, Fırat’ın batısında da Türkiye’nin işgali vardır. Kürtler üzerindeki mücadeleyse sürmektedir. Kürtlerin bağımsız politika izlemesi, herhangi bir güce angaje olmak istememesi de Kuzey ve Doğu Suriye, Rojava Devrimi’nin etkili olduğu alanda da mücadelenin süreceği anlamına gelmektedir. ABD aslında bir taraftan Türkiye yoluyla, bir taraftan da Kuzey ve Doğu Suriye’de Kürtlerle ilişkileri yoluyla Suriye’de kendini etkili kılmak istemektedir. Ancak ABD’nin Türkiye’yle ilişkileri, Türkiye’nin Kürt düşmanlığı ve Kürtlerin hiçbir statü kazanmaması doğrultusundaki politikası ABD’nin hem Kürtlerle ilişkisinde hem de Türkiye’yle ilişkisinde sorunlar yaratmaktadır. Bu açıdan ABD, Kuzey ve Doğu Suriye’de çelişkili bir politik konumdadır. Ne NATO müttefiki Türkiye’yi bırakıyor ne de Kürtleri bırakabiliyor. Kürtleri bıraktığında Suriye’den tamamen dıştalanacağını, etkisiz hale geleceğini görüyor. Ama Türkiye’yi bıraktığında da NATO müttefiki olan Türkiye’yle ciddi sorunlar yaşayacağını düşünüyor. Bu yönüyle Kürtlerle Türkleri uzlaştırmaya çalışan ama bunu yaparken de Türklerin hassasiyetlerini daha fazla gözeten bir politika yürütmektedir.
ABD’nin Türkiye’yle ilişkisi bir yönüyle de Rojava’da ve Kuzey ve Doğu Suriye’de Önder Apo’nun düşüncelerinin etkisini kırma, tümüyle kendi etkilerinde olan bir Kürt yapılanması ortaya çıkarma amaçlıdır. Türkiye bu ilişki temelinde Rojava’nın büyük bir bölümünün Kürtlerin elinden çıkmasını hedeflemektedirler. ABD, Dêrik-Qamişlo gibi Rojava’nın küçük bir parçasında kendi işbirlikçilerini etkili kılma ama diğer taraflarda da Türkiye’nin istediği doğrultuda bir siyasal ve toplumsal yapılanma yaklaşımı bulunmaktadır. Kuşkusuz bu yaklaşımı Kürtlerin kabul etmesi mümkün değildir. Bu açıdan şu anda Kuzey ve Doğu Suriye’de ilişki ve çelişkinin iç içe olduğu bir mücadele süreci yaşanmaktadır. Türkiye’yle ABD’nin çeşitli anlaşmalar yaptığından söz edilmektedir. Bu zaten başlı başına sorunlu bir durumdur. ABD’nin hem Türkiye’yle ilişkili hem Kürtlerle ilişkili olması kendisine bir arabulucu pozisyonu kazandırmaktadır. Ancak ABD’nin arabulucu konumda olmaktan çıkıp Türkiye’yle birlikte Kuzey ve Doğu Suriye’nin ve Rojava’nın statüsü ne olacak, oradaki askeri ve siyasi durum ne olacak biçiminde bir yaklaşıma dönüşmesi Kürtler tarafından kabul edilmeyecek bir durumdur.
Cemil Bayık