HABER MERKEZİ –
Türk devletinin soykırım ve inkâr politikasına boyun eğmedikleri için belediyeler hedef alınmıştır
Amed, Wan, Mêrdîn belediyeleri gasp edilmiştir. Gasp edilmesinin izahatını en yalın biçimde Süleyman Soylu yapmıştır; ‘Biz gerillaya karşı savaşıyor iken, dağda savaş yürütürken bunlara yaşama imkânı veremezdik’, demiştir. Bunun dışındaki gerekçeler bahanedir. Belediyelerin bırakalım bin doları, yüz doları, beş doları, bir kuruşu bile Hareketimize gelmemiştir. Belediyelerin 5 kuruşu bile boğazımızdan geçmemiştir. Özgürlük Hareketimiz bütün imkânlarını halkın desteğinden ve yardımlarından almaktadır. Bütün parçalardaki halkımız özgürlük mücadelesine destek vermektedir. Bunu Türk devleti çok iyi bilmektedir. Bu açıdan ‘belediyeler dağa para gönderiyormuş’, iddiası ve propagandası tamamen yalandır. Halkı kandırmak, belediyelerin gaspına gerekçe yaratmak içindir. Tek gerekçe vardır; bu da belediyelerin Kürt halkının temsilcisi, Kürt halkının iradesi; Kürt’ün varlığını, özgürlüğünü ve demokratik yaşamını savunma duruşunda olmalarıdır. Yani Türk devletinin soykırım ve inkâr politikasına boyun eğmemeleridir. Kürtlerin politik iradesi olduklarını ortaya koymalarıdır. Gaspın tek nedeni bu yönlü düşünceye sahip olmalarıdır. Soykırımcı sömürgeciler için, Kürt’ün varlığını savunan, varlığı için mücadele eden herkes düşmandır. Kuşkusuz bazı küçük partileri, grupları şimdilik hedeflemiyorlar. Nedeni de; onlar zayıftır, onlar devlet için bir tehlike değiller. Bu nedenle, örgütlü olan, halkın desteğini alan güçlere yöneliyorlar. HDP’liler Amed’te yüzde 70’le belediye başkanı oluyor. Hedef bu nedenle HDP oluyor.
Son saldırılar göstermiştir ki, Türkiye’de zaten demokrasi denen bir siyasal sistem yoktur. Bir özel savaş vardır. Toplumu, dünyayı aldatmak için seçimler yapılmaktadır. Ne zaman o seçimler kendi özel savaşlarına, soykırımlarına örtü olmuyor ve demokrasi güçlerine hizmet ediyorsa, Kürt halkının özgürlüğüne hizmet eden bir hale geliyorsa o zaman bu seçim sonuçları reddediliyor. Aslında Türk devleti seçimleri ve biçimsel demokratik kurumları hep Kürtleri soykırıma uğratmak için kullanmaktadır. 1946’da iki partili siyasal yaşama geçişi de demokrasi mücadelesinin gelişmesinden, demokratik zihniyetten değil, dünyayı aldatmak içindi. Ama hiçbir zaman da hiçbir demokratik kurumu sindirememişlerdir. Eğer soykırımcı sistemin temel parametrelerine dokunulmuyorsa o zaman bu seçimlere, çok partili sisteme izin vermişlerdir. Ama ne zaman bu seçimler sonucu kendi paradigmalarına karşı bir tutum ortaya çıkmışsa seçimleri yok saymışlardır. 1971’de TİP kapatılmıştır. Zaten Kürt partilere izin verilmediği gibi, TİP biraz Kürtlükten söz edince hemen biçimsel demokratik kurumlar yok sayılmıştır, kabul edilmemiştir. Son 30-40 yıllık pratik de böyledir. HEP, DEP milletvekilleri seçilmiş ama zindanlara atılmıştır. Yıllarca zindanlarda tutulmuşlardır. Kürtlerin demokratik siyasal partileri biraz gelişince hemen siyasal soykırımlara başvurmuştur. Geçmişte TKP ve diğer sol partiler biraz gelişince hemen komünizme yönelik tevkifat operasyonları yapılır, sol gelişme tırpanlanırmış. Kürtlerde de ne zaman bir bilinç ve siyasal örgütlenme ortaya çıkmışsa hemen siyasal soykırım saldırıları yapılmış ve yapılmaya devam etmektedir. 1994 DEP operasyonu, yine 2009’da 14 Nisan’daki siyasal soykırım operasyonları, 2011-12’de gerçekleşen KCK operasyonları, 2016 yılı 20 Temmuz darbesinden sonra bütün milletvekillerinin, belediye eşbaşkanlarının tutuklanması ve en son Amed, Wan ve Mêrdîn belediye eşbaşkanlarının görevden alınması bu gerçekliğin ifadesidir. Bunlar Türkiye’deki demokrasi maskesinin düşmesi, demokrasi boyasının silinmesidir. Mücadele sürdükçe de bu özel savaş oyunu teşhir olmaktadır. Türkiye’deki sistemin demokratik olmadığı, sadece dünyayı aldatmak için bu seçimlerin yapıldığı giderek daha fazla açığa çıkmaktadır. Bunu artık sadece Kürtler değil, Türkiye’deki diğer siyasal partiler de söylemektedir. CHP bile, ‘seçimlerin anlamı kalmamıştır’ diyor. ‘Madem görevden alacaktınız, niye seçim yaptınız’ diyor.
Böyle bir devlete, soykırımcı sisteme ve demokrasi düşmanlarına karşı çok boyutlu mücadele edilmesi gerekmektedir. Mücadele edilmeden Türkiye demokratikleşemez, Kürtler özgürleşemez. Bu açıdan bir taraftan gerilla mücadelesi yürütülmelidir, bir taraftan da halkın mücadelesi her yerde gelişmelidir. Belediye eşbaşkanlarının görevden alınmasından sonra halkın ortaya koyduğu tepkiler olumludur. Tüm demokrasi güçleri de, tüm halkımız da bu darbenin hiçbir gerekçesinin olmadığını ve tek gerekçesinin düşünceleri olduğunu; özgür Kürt oldukları, Türk devletinin mevcut soykırım politikalarını kabul etmedikleri ve soykırım politikasının temsilcisi olan AKP-MHP ittifakına karşı oldukları için böyle bir darbeyle karşılaştıklarını bilmektedir. Bu da Kürt halkının tepkisini ortaya çıkarmıştır. Her işte bir hayır vardır derler. Bu darbe de Türkiye’deki demokrasi güçlerinin ve Kürt halkının Türkiye’deki sistem gerçeğini daha iyi anlamasına vesile olmuştur. Bu yönüyle de Kürt halkının özgürlük ve demokrasi mücadelesiyle Türkiye halklarının demokrasi mücadelesinin birlikte yürütülmesinin ne kadar anlamlı ve değerli olduğu 19 Ağustos darbesiyle daha iyi anlaşılmıştır. Bu açıdan, bu faşizme karşı mücadelenin yükseltilmesi gerekiyor. Bu konuda CHP tabanının, CHP içindeki milletvekillerinin ve demokrasi güçlerinin tutumu olumludur. Yine aydınların, yazarların, sanatçıların tutumu olumludur. Bu yönüyle 19 Ağustos darbesine karşı çıkmışlardır.
Kılıçdaroğlu’nun tutumu Türkiye’deki demokrasi mücadelesine büyük zarar vermiştir
CHP tabanı ve içindeki birçok kesim bu darbeye karşı açık tutum takınırken CHP genel başkanının açıklaması gerçekten çok talihsiz ve absürt olmuştur. Anlaşılmaz bir açıklama olmuştur. Bir taraftan “Yanlış buluyoruz” derken diğer taraftan “Sokağa çıkmayı doğru bulmuyoruz” demesi, Kılıçdaroğlu’nu bu darbeyi meşrulaştıran, normalleştiren bir duruma düşürmüştür. AKP-MHP iktidarını karşısına almamak, gazabına uğramamak için böyle bir açıklama yapmıştır. Zaten AKP-MHP faşist ittifakının istediği de budur. Darbe yapsa da, her türlü zulüm ve baskıya yönelse de kimse tepki göstermemelidir, sokağa çıkmamalıdır. Böyle bir durum baskının ve zulmün normalleştirilmesi, kabul edilmesi demektir. Bu açıdan tabii ki Kılıçdaroğlu’nun açıklamaları kabul edilemez. Kılıçdaroğlu’nun tutumu Türkiye’deki demokrasi mücadelesine büyük zarar vermiştir. Kılıçdaroğlu’na kalırsa, Gezi Direnişi de yanlıştır, yapılmamalıdır, Kaz Dağı’ındaki doğa soykırımına da karşı çıkılmamalıdır! Eğer herhangi bir seçimde hile yapılırsa, milletvekilleri, belediye başkanları haksız olarak görevden alınırsa yine eyleme geçilmemelidir! Böyle bir anlayış olabilir mi? Bu demokratik bir anlayış değildir. Bu AKP-MHP faşist iktidarına teslim olmaktır. Zaten Kılıçdaroğlu çok kritik süreçlerde bu tür yaklaşımlar göstererek AKP-MHP iktidarının ömrünün uzamasına destekçi, payanda olmuştur. Halbuki bütün demokrasi güçleri bu darbeye tepki göstermiştir. Bu darbe gayri meşrudur, zayıf ve haksızdır. Bu darbeye karşı demokrasi güçleri mücadele etse AKP-MHP iktidarı yıkılacaktır. Çok haksız ve zayıf temelde olan AKP-MHP iktidarına karşı mücadele kısa sürede büyük sonuçlar yaratabilecek ve büyük gelişmeler ortaya çıkarabilecektir. Ama böyle bir haklı durumda bile, “Sokaklara çıkmayın”, diyerek tabii ki AKP-MHP faşist iktidarını rahatlatan bir tutum göstermiştir.
AKP-MHP iktidarı İstanbul’u da, Ankara’yı da, İzmir’i de, Çukurova’yı da, Antalya’yı da vermezdi. Ama şunu gördü: Eğer buralarda seçimleri kazanan adaylara belediyeyi teslim etmezse büyük tepkiler ortaya çıkabilir, halk hareketlilikleri yükselebilirdi. Bundan korktuğu için doğrudan müdahale edememiştir. Eğer böyle bir tepkinin ortaya çıkmayacağını düşünseydi her türlü oyunu, hileyi yaparak Ankara’yı, İstanbul’u, Adana’yı, Mersin’i ve Antalya’yı da CHP’ye bırakmazdı.
Faşizm seçimle gelir ama seçimle gitmez
Demokrasi mücadeleyle gelir. Hele hele faşizm ancak sokağa çıkılarak, mücadele edilerek geriletilebilir. Dünyada sadece açıklamayla faşizmin geriletildiği görülmüş müdür? Faşizm ancak halk hareketlilikleriyle geriletilebilir. Halk hareketlilikleri olmazsa, sokağa çıkılmazsa seçimle faşizm geriletilemez. Faşizm seçimle gitmez. Seçimle gelir ama seçimle gitmez. Demokrasi mücadelesi, sokak ve meydan mücadelesi olursa, halkın bu örgütlülüğü ve mücadelesi görülürse o zaman seçimlerle götürülebilir. Bu yönüyle demokrasi güçlerinin Kılıçdaroğlu’nun yaklaşımını eleştirmesi ve bu yaklaşımını kabul etmemesi gerekir. Çünkü sokağa çıkmayın yaklaşımı kabul edildiği takdirde faşizme teslim olunmuş olunur. Artık bir daha Türkiye’de demokrasi güçlerinin esamesi okunmaz. Dünyada en küçük demokratik bir hak ve zayıf demokrasi bile mücadeleyle ortaya çıkmıştır. Halkın mücadelesiyle, sokaklara ve meydanlara çıkılarak demokratik gelişme sağlanmıştır. En küçük bir hak bile halkın mücadelesiyle gelişmiştir. Bu açıdan AKP-MHP faşizmi de halkların, emekçilerin, kadınların ve gençlerin mücadelesiyle yenilgiye uğratılacaktır.
Kürt halkı mücadele ederken, direnirken Türkiye halkları buna sessiz kalabilir mi? Bu açıdan Kılıçdaroğlu’nun çağrısına uyulmamalıdır. Kılıçdaroğlu’nun çağrısı demokrasi mücadelesini gerileten, faşizmi rahatlatan ve güçlendiren bir çağrı olarak görülmeli ve karşı çıkılmalıdır. CHP’nin tabanı, gençlik kolları, belediye başkanları ve birçok milletvekili bu darbeye karşı durmuştur. Olumlu tutum takınmıştır. Yerel seçimlerde oluşan doğal ittifak bu darbe karşısında ortak tutum yaratmıştır. Bu Türkiye demokrasisi açısından büyük ve önemli bir gelişmedir. CHP liderinin bunu destekleyeceğine, buna güç vereceğine, buna karşı çıkması aslında AKP-MHP faşizmini devirmek istemediğini, iktidara gelmek istemediğini ortaya koyar. Bu açıklamanın başka türlü bir anlamı olamaz. CHP’nin bu açıklamasına rağmen yereldeki CHP tabanıyla HDP tabanının ortaklaşması ve tutumları daha da geliştirilmeli; Kılıçdaroğlu’nun bu açıklamasına bakmadan bu ilişkiler güçlendirilerek faşizme karşı demokrasi mücadelesi her alanda yükseltilmelidir. Yine Kürdistan’da faşizme karşı mücadelenin örgütlü biçimde yürütülmesi gerekiyor. Her sokağın, mahallenin serhildan alanı haline getirilmesi gerekiyor. Amed’teki düşman saldırısı böyle kırılır. Wan’daki ve Mêrdîn’deki düşman saldırısı böyle kırılır. Gençler ve kadınlar her sokağı ve mahalleyi serhildan alanı haline getirdiğinde soykırımcı sömürgecilerin polisleri çaresiz kalır. Sokaklarda direniş gelişirse bunlar giderek birleşir ve daha büyük direniş haline gelerek bütün saldırılar püskürtülür. Bu açıdan sadece bir merkezde veya iki yerde eylem yapma yerine gençler, kadınlar her sokakta gece gündüz demeden 24 saat eylemde olmalıdır. Kürt halkının zaten böyle bir deneyimi vardır. Gençlerin böyle bir deneyimi vardır.
Cemil Bayık