HABER MERKEZİ
Kuşkusuz Önder Abdullah Öcalan’ın söylediklerini tartışmak, tüm boyutlarıyla ve derinliğine anlamaya çalışmak ve en önemlisi de doğru anlayıp yeterince pratiğe geçirmek gerekiyor. Böyle bir şey kesin gerekli, ama nasıl olacak? Belli ki sadece bir kavram olarak üçüncü yolu söyleyip durmakla bu iş olmaz. Söz konusu çizgiyi doğru anlayıp gereklerini pratikte başarıyla hayata geçirmekle olur. Ama sadece söylemde kalan, “Üçüncü yol” deyince çizgiye girdiğini ve her şeyi başardığını sanan bir yaklaşımın varlığı da gözleniyor. Öncelikle bu yüzeysel ve tekrarlamakla yetinen yaklaşımı aşmak ve anlam gücünü geliştirmek gerekir.
Kaldı ki üçüncü siyasi ve askeri mücadele hattında yürüyüş yeni de değildir. 2 Ağustos 1990 tarihinde başlayan Körfez krizi ve savaşından bu yana yaşanan Üçüncü Dünya Savaşı içerisinde küresel sermaye ile ulus-devlet statükoculuğu tarafları herkesin kendi yanlarında olmalarını dayatmış, ancak tüm ezilen güçlerin özgürlük ve demokrasi çizgisi herhangi bir tarafta olmayarak kendini üçüncü çizgi olarak örgütleyip yürütmüştür. Yedinci yıldönümü kutlanan ve sekizinci yılına giren Rojava Özgürlük Devrimi, Baas iktidarı ve dış destekli muhalefet karşısında üçüncü bir siyasi-askeri çizgi olarak var olmuş ve mevcut zaferi kazanmıştır. Yine HDP’nin kuruluşu, CHP ve AKP iktidar blokları arasındaki kavga dışında Türkiye ve Kürdistan’ın ezilen halk kesimlerini kadınlar ve gençler öncülüğünde eğitip örgütlemek üzere üçüncü bir güç, bir demokratik blok olarak gerçekleşmiştir. Nitekim AKP ve CHP iktidar blokları kendilerini “Cumhur ve millet ittifakları” biçiminde şekillendirince, HDP de bir “Demokratik İttifak” olarak varlık bulmuştur.
Çok açık ki, devrimi parti öncülüğü örgütler ve yürütür. Yine devrim kitlelerin eseridir, yani halk tarafından yapılır. Yine devrimin başarısı çok farklı toplumsal sınıf ve kesimlerin ittifakıyla olur. Türkiye’deki mevcut sistem içinde ise, siyasal başarılar ancak ittifak yapılarak elde edilebilir. Bunun için farklı iktidar blokları kendilerini “Cumhur İttifakı” ve “Millet İttifakı” olarak ortaya koymuşlardır ve her şeyi bu temelde yapmaktadırlar, yaşanan yenilgiye rağmen söz konusu ittifaklar dağılmamaktadır. O halde ezilen sınıf ve kesimlerin de kendi “Demokratik İttifaklarını” geliştirmeleri zorunludur. Siyasi güç haline gelip başarı kazanabilmek için buna kesin ihtiyaç vardır. İşte HDP de böyle üçüncü bir ittifak güç olarak var olmuş ve gelişme sağlamıştır. Şimdi bu çizgiyi daha derinden anlayıp geliştirerek güçlü örgütlemesi ve daha büyük başarıya taşıması gerekmektedir.
Bunun için, öncelikle bağımsız ideolojik-politik duruş esastır. Üçüncü çizginin, yani Demokrasi İttifakının kendi çizgisini net ve anlaşılır bir biçimde ortaya koyması, programlaştırması ve topluma götürmesi gerekir ki, toplum da anlasın ve katılım göstersin. İkincisi, kendi stratejik gücünü örgütleyebilmesi ve eyleme geçirebilmesi gerekir. Yani Demokrasi İttifakı kendi kitle tabanını tümden kapsamalı ve eğitip örgütleyerek birliğini sağlamalıdır. Mevcut parçalılığın ve kendine demokratik diyen birçok gücün farklı duruşunun aşılması gerekir. Mevcut HDP duruşu, Demokrasi İttifakı içinde yer alması gereken örgütlü güçleri ve toplumsal kesimleri tümden kapsamış değildir. Üçüncü olarak da, taktik bakımdan her türlü ilişki ve ittifaka açık olmak ve bu temelde tüm imkanları mücadeleye kanalize edebilmek gerekir.
Üçüncü yol ve ayrı bir ittifak gücü olmak demek, onun dışında taktik ittifaklar yapılmayacağı anlamına gelmez. Tersine bunu büyük bir ustalık ve esneklikle başarmak gerekir. Örneğin farklı ittifaklar olmalarına rağmen, adlarına cumhur ve millet ittifakı denen güçler, hem de çoğu ideolojik yaklaşımda bir araya gelebilmektedirler. Kürtler karşısında, devrimci-demokratik güçler karşısında ortak ideolojik ve siyasi tutum içine girebilmektedirler. Bu açıdan, HDP’nin 31 Mart ve 23 Haziran seçimlerindeki politik tutumu yanlış olmamış, hatta başarı kazanarak yeni siyasal gelişmelerin önünü açmıştır. Şimdi bu gelişmeyi ilerletmek, Kürt karşıtı faşist sisteme karşı tüm kimliklerin özgürce katılabileceği asgari demokratik bir sistemi geliştirebilmek için daha geniş kesimlerle ilişki ve ittifak geliştirmeye çalışması gerekir.
İşte bu temelde “Yeni bir demokratik anayasanın hazırlanması” hedefi öne sürülmüştür. Ancak bu yönlü tartışma ve görüşmeler zayıf ve yetersizdir. Siyasi güçler ve toplumsal derinlik içine girilememekte ve bir “Demokratik Anayasa Hareketi” geliştirilememektedir. Bu noktadaki zayıflık ve gecikme Erdoğan-Bahçeli faşist diktatörlüğünün işine yaramakta, faşizm bu boşluktan yararlanarak yenilgisini aşmaya, kendini toparlamaya ve ömrünü uzatmaya çalışmaktadır. Tabi bunu da faşist baskı, terör, katliam ve savaşı daha da tırmandırarak yapmaktadır. Erdoğan-Bahçeli diktatörlüğünün Kürtlere ve tüm ezilenlere karşı topyekûn faşist özel savaşı daha da tırmandırarak ayakta kalmak istediği artık netleşmiştir. Ne yazık ki, buna karşı antifaşist demokratik mücadele hala çok parçalı, örgütsüz, zayıf ve yetersizdir.
Her nedense, İmralı görüşmelerinde Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın belirttiği “Üçüncü yol” kavramına yüzeysel de olsa sahip çıkılmakta, ancak onun dışındaki sözleri hiç tartışılmamaktadır. Örneğin 22 Mayıs tarihli görüşmede avukatların yeni sürecin nasıl olacağını sormaları üzerine “30-40 gün sonra netleşir, şimdi net değildir” demiştir. Yani 23 Haziran İstanbul seçiminden sonraki bir hafta, on günlük zaman dilimine işaret etmiştir. Şimdi İstanbul seçimi üzerinden bir ay geçti ve belli ki yeni süreç netleşti. Peki yeni süreç nasıl netleşti? Temel özellikleri nelerdir? Faşist iktidar ne yapıyor, buna karşı genelde muhalefetin ve özel olarak da demokrasi güçlerinin tutumu ne olmalıdır? İşte bu sorular temelinde yeni süreci derinliğine tartışmak, doğru anlamak ve devrimci-demokratik görevlere sahip çıkmak gerekiyor.
Çok açık ki, Erdoğan-Bahçeli faşizminin izleyeceği politikalar belli olmuş ve bu temelde yeni süreç netleşmiştir. Kuzey Kürdistan’ın her tarafında yürütülen askeri saldırılar, yasak bölge ilanları, Dersim örneğinde görüldüğü gibi çocukların katledilmesi, artan tutuklamalar, cezaevlerinde artan baskı ve işkenceler, yine artan yokluk ve yoksulluk, derinleşen sömürü, bir aydır görüşme yaptırılmayarak İmralı’da tekrar tecrit uygulanması, Kuzey-Doğu Suriye’yi tehdit, sınıra asker yığma, Bradost’tan başlamak üzere Güney Kürdistan’ı işgal etme, son Kandil ve Maxmur saldırıları Erdoğan-Bahçeli Yönetiminin faşist politikalarını ortaya koymaktadır.
İçinden geçtiğimiz dönemin Enver ve Talat Paşaları rolünde olan Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli, mevcut politikaları ile Türkiye’yi gerçek bir felaketin içine sokmuştur. Artık Türkiye her şeyiyle Üçüncü Dünya Savaşının içindedir ve yeni Türkiye’nin nasıl olacağı bu savaşın sonuçlarına göre şekillenecektir. Mevcut haliyle Erdoğan-Bahçeli faşist yönetimi ABD-Rusya arasındaki çıkar mücadelesinin bir piyonu konumundadır. Türkiye’nin değerlerini pazarlayarak bu güçlerden icazet almaya çalışmaktadır. O halde, üçüncü yolu inşa etmek demek, her şeyden önce bu gerçeği görmek ve Erdoğan-Bahçeli faşist saldırılarına karşı antifaşist direnişi örgütlemek ve yürütmek demektir. Üçüncü yolun başarısı Erdoğan-Bahçeli faşizminin yıkılmasından geçmektedir.
Yeni Özgür POLİTİKA/Selahattin ERDEM