HABER MERKEZİ
1996 yılının sonbahar mevsimiydi. Yani benim gerillacılıkta yaşadığım ilk güz mevsimi. Bulunduğumuz alan, Kela Kur alanıydı. Bu alanın her gecesi ayrı bir soğuktu, fakat o gece iliklerime kadar hissettiğim soğuk havayı, bir daha yaşamım boyunca hiç hissetmeyeceğimi düşünüyordum. Etrafımız rüzgarın hırçın esintisiyle adeta çevrelenmişti. Isınmak için yanımda bulunan arkadaşlara öyle sarılmıştım ki, sanki onlara sarıldığımda kendimi yalnızca rüzgarın o hırçın esintisinden değil, doğanın yaratabileceği tüm felaketlerden koruyordum. Yanımda bulunan yoldaşlara sarılıp, onların sıcaklığını hissetmeye çalışırken, bir yandan da kafamdan gerilla olmaya dair düşünceleri geçiriyordum. “Gerilla dediğin kendisini her koşula, her duruma hazırlamalıdır. Bir gerilla için soğuk, sıcak, ayaz fark etmemelidir. Eğer üşüyen bir bedeni varsa onu yoldaşlarının sıcaklığıyla ısıtmalıdır. Bir gerillanın bedenini de, yüreğini de ancak yoldaşı ısıtabilir” diyordum.
İnsanın soğuktan elinin, ayağının tutamaz hale geldiği bir zaman diliminde, ben böylesi düşüncelere dalarken, bir operasyon durumu içerisinde olduğumuzu da hiç mi hiç unutmuyordum. Gelen operasyon bilgilerini takip etmiştim. Kafamda düşmana karşı birçok proje geliştiriyordum. Düşman bizlere karşı kapsamlı bir operasyon başlatmıştı. Daha önce de Kela Kur alanında operasyon yapan düşman, arkadaşlardan büyük bir darbe almıştı. Düşman aynı alanda, bir kez daha kendisini denemek istiyordu. Başlatılan operasyon her geçen gün artarak devam ediyordu. Bu operasyon sırasında ciddi erzak sorunumuz vardı. Gerçi sadece operasyon sürecinde değil, o yıl genel anlamda bir erzak sorunumuz vardı. Genelde arazinin nimetlerinden faydalanmaya çalışıyorduk. Grup komutanımız, operasyonu daha yakından takip edebilmek için, gönüllü bir grup arkadaşın hemen o akşam hareket etmesi gerektiğini söyledi. Beş arkadaş gönüllü olarak çıktık. Önce herkes benim çok yeni olduğumu dile getirerek, karşı çıktı. Sonra ben çok ısrar edince, mecbur beni grubun içine koydular. Grubun içinde yer alma kararım alındığında o gecenin tüm yorgunluğunu ve havanın ayazını unutuverdim.
Hemen o gece, durmadan, fazla vakit kaybetmeden yola koyulduk. Sabaha doğru düşmanın konumlandığı tepeye vardık. Tepeyi kontrole gittiğimizde, tepede hiç düşman yoktu. Tahminimizce birkaç yere baktıysak da asker bulamadık. Gece boyu yürüdüğümüz için, hem çok yorgunduk, hem de hepimiz çok acıkmıştık. Yanımızda yiyecek bir şeyler bulunmadığından, kendimize araziden bir şeyler temin etmeye çalıştık. Aramızda Harun arkadaş vardı. Bu arkadaş daha önce gözünden darbe almıştı ve bu yüzden bir gözü görmüyordu. Önderlik sahasında eğitim gördükten sonra, Önderlik, gözlerinden dolayı onu tekrardan ülkeye göndermek istemiyor. Fakat Harun arkadaş yoğun ısrarlarıyla, Önderliği de ikna ediyor ve yeniden Cudi alanına dönüyor. Yani anlayacağınız, Harun arkadaş gerillacılığa kaldığı yerden devam etmek istemişti.
Hepimiz ayrı kollardan araziyi kontrol ediyorduk. Çünkü aldığımız bilgilere göre düşmanın başlattığı operasyon çok kapsamlıydı. Bizler bir an önce bu operasyonun önünü almalıydık. Düşmanın arazide daha fazla ilerlemesini önlemeli, geldikleri gibi gitmelerini sağlamalıydık. Hava o kadar kararmıştı ki, insanın önünü bile görmesi çok zordu. Bir hiç gürültü yapmadan hareket etmeye çalışıyorduk. Tepede biraz ilerledikten sonra bir karartı ile karşılaştım. Tam o karartıyı netleştirmeye çalışıyordum ki, birden bir gürültü koptu. Harun arkadaş askerlerin araziye attığı pet şişelere takılıyor ve ses çıkartıyor. Tabii sesi duyan askerler uyanıp, sesin geldiği yöne doğru rastgele ateş açmaya başladılar. Meğerse arazinin tümünde asker varmış, fakat hem havanın kesici soğukluğundan hem de askerlerin hiç bilmedikleri, tanımadıkları bir arazide bulunmasının verdiği psikolojiden kaynaklı tüm askerler bulundukları yerde uyuya kalmışlar. Harun arkadaşın görünmez kazasından sonra biz kendimizi birdenbire bir çatışmanın tam ortasında bulduk. Bir süre çatıştıktan sonra çatışma alanının dışına çıktık. Bizlere bir şey olmamıştı ama cihazımız ele geçmişti. Bu yüzden noktada bulunan arkadaşlarla iletişime geçemiyorduk. Bir de düşman, tüm araziyi tuttuğu için biz bir yerde takılı kalmıştık ve arkadaşlara haber veremiyorduk. Noktada bulunan arkadaşlar çatışma seslerini duymuşlar ve cihaz üzeri bizimle bağlantı kurmak istemişler, fakat cihazımız olmadığı için onlar da bize ulaşamamışlar. Bizim takılı kaldığımız yer bir uçurumdu. Bir türlü oradan çıkamıyorduk. En sonunda kendimizi şütük ile uçurumdan bırakma kararı aldık. Harun arkadaşın daha önceden tecrübesi olduğu için önce o şütüğü tuttu ve tek tek bizleri aşağı indirdi. Hepimiz indikten sonra Harun arkadaş kendisini şütükle aşağı bırakmaya çalıştı. Şütük çok sağlam olmadığı için, Harun arkadaş kendisini biraz aşağı bıraktıktan sonra şütük gevşemişti. Harun arkadaş kendini bırakırken hissetmiş olacak ki; “heval ben şehit düşeceğim” diye bağırdı. Biz de Harun arkadaş kendisini bırakmasın diye bağırdık, fakat artık çok geçti. Harun arkadaş bizleri tek tek sağlam bir şekilde indirdiği uçurumdan düştü. Harun arkadaşın o uçurumdan düşüşü hala gözlerimin önünde canlı bir andır. Belki de Harun arkadaş o uçurumdan son inecek olan arkadaşın, yukardan destek olmadan inmesinin çok tehlikeli olduğunu bildiği için kendisini sona bırakmıştı. Çünkü hepimizi o uçurumdan indirirken o kadar titiz ve özenle yaklaşıyordu ki, indiğimizde tek bir arkadaşın parmağına bile bir şey olmamıştı. Oysa O güzel insan gözlerimizin önünde şahadete ulaşmıştı. Bu durum bizleri çok çok etkiledi. O bir gözü görmemesine rağmen dağlarda gerillacılık yapmaktan vazgeçmeyen, gerillaya tutkuyla bağlı birisiydi. Çoğu zaman da taktikleriyle düşmana hiç aman vermiyordu. Ve son yaşadığımız çatışmada da Türk askerlerine ağır bir darbe vurmuştu.
Bir arkadaşımız da çatışmada yaralanmış, fakat bizlere söylememişti. Biz sonradan onun da yaralı olduğunu fark ettik. Yaralı arkadaşı bir an önce noktaya götürmeliydik. Kendimizi aşağı indirirken kullandığımız tüm şütük ve kefiyeler uçurumda takılı kalmıştı. Önümüzde aşmamız gereken birkaç uçurum daha bulunmaktaydı. Grup komutanımız Jiyan arkadaş; “ben bir yolunu bulup arkadaşlara ulaşacağım. Sizler burada bekleyin” dedi. Bulduğumuz şütük parçalarını birbirine bağladık. Jiyan arkadaşı bu şütükle uçurumdan aşağı sarkıttık. Jiyan arkadaş gittikten bir süre sonra aşağımızda bulunan köyden tarama sesleri geldi. Biz bu tarama seslerini duyunca Jiyan arkadaşın şehit düştüğünü düşündük. Artık hava iyice kararmıştı. Oradan hiçbirimizin sağ kurtulması beklenemezdi. Düşman gelse bile çatışamazdık. Çünkü bulunduğumuz yer çatışmaya elverişli değildi. O kadar uykusuz olmamıza rağmen hiçbirimiz uyuyamıyorduk. Birimiz gözümüzü kırpsa uyusa, kesinlikle uçurumdan yuvarlanacaktı. O kadar korkunç bir uçurumda takılı kalmıştık. Gecenin ilerleyen saatlerinde birilerinin bize seslendiğini duyduk. Kim olduklarını anlamaya çalıştık. Sonra Halit arkadaşın sesini duyduğumuzda, gelenlerin noktadaki arkadaşlar olduğunu anladık. Meğerse Jiyan arkadaş noktaya ulaşmış ve arkadaşlara haber vermiş. Arkadaşlar da Jiyan arkadaşın tarifi doğrultusunda bulunduğumuz alana gelmişti. Hava o kadar karanlıktı ki, yardım için gelen arkadaşlar hiçbir şey yapamıyordu. Yaptıkları tek şey, sabaha kadar aşağımızda oturmak ve uyanık kalmamız için sürekli bizlere seslenmekti. İki de bir; “heval sakın uyumayın” diye bağırıp duruyorlardı. Tabii arada bir de moral almamız için espiri yapıyorlardı. Bizlere “uçurum güvercinleri yeriniz rahat mı?” diye takılıyorlardı. Gerçekten o uçurumun başında uçurum güvercinlerine dönmüştük. En azından güvercinler uçabiliyor, hareket edebiliyorlardı. Biz ise hiçbir şekilde kıpırdayamıyorduk. Bu şekilde sabaha kadar uyanık kalmayı başardık. Sabah olunca bizim için gelen dört arkadaş, iki saatlik yol yürüyüp bulunduğumuz tepenin arkasından dolanarak, tepeye çıktılar. Sonra şütükleri birbirine bağlayarak, bizim yanımıza sarkıttılar. Hepimizi tek tek bu şütüklerle yukarı doğru çektiler.
O korkunç uçurumdan kurtulmayı başarmıştık. Zaten düşman da verdiği ağır kayıplardan dolayı operasyonu geri çekmişti. Birkaç gün sonra bir grup arkadaşla gelip, Harun arkadaşın cenazesini sağlam bir yere aldık. Artık Harun arkadaş o çok sevdiği memleketinden, Cudi’den hiç ayrılmayacaktı. O toprakların güzelliği ile bütünleşip, geleceğe yaşam sunacaktı…
Yaşadığım o anlar, bende öylesine karmaşık duygular yaratmıştı ki, hala da o anları unutamıyorum. Bir de o olaydan sonra çıkarttığım dersler oldu. Savaş içerisinde olan bir insan ne olursa olsun uykuya teslim olmamalıdır. Çünkü uyku, ölüm demektir. Eğer o askerler uykuya teslim olmasaydılar, belki de ölmeyeceklerdi. Ve eğer bizler o uçurumun başında tüm yorgunluğumuza rağmen uykuya karşı direnmeseydik, belki de yaşamıyor olacaktık. İşte bir gerilla için, yaşam ve ölüm bu kadar ince çizgilerle çizilmiş ve birbirine bu kadar yakın. Sen yaşamın ayrıntılarına hakim olmazsan, kendin için tehlikeli olan şeyler üzerinde hakim olmazsan kaybedersin. Bir gerilla ise asla kaybetmeyi düşünmemelidir. Hangi koşulda olursa olsun hep umutlu olmalıdır ki, zaferi yakalayabilsin…
Zeyneo Cudî