HABER MERKEZİ- Hakikat sözcüğünün Yunanca’daki karşılığının Alithia olduğunu bilenler, Alithia’nın dosdoğru “unutmamak” anlamına geldiğini de bilirler.
Hakikatin bu anlamda tarihsel olup bitmelerle yakından ilişkisi vardır. Tarihsel olabildiğin kadar hakikatli, hakikatli olabildiğin ölçüde de tarihsel olabilirsin gerçeği de kaynağını “unutmama”dan, yani hakikat sahibi olmaktan alır.
Yakın zamanda sahnelenen “Kobani Duruşmaları” ve sonucunda yağdırılan cezalar üzerine kuşkusuz çok şey yazılıp çizildi. Ancak güncel gerçeklik ne düzeyde geçmişi tanıklık etmeye çağırırsa ve ” “Unutmamak” “fiili üzerinden kendini yeniden kurma imkanı bulsa, o denli etkili olabilme özelliği göstermektedir.
“Şark Islahat Planı”nın da hazırlayıcılarından olan zamanın içişleri Bakanı Cemil Uybadın’ın M. Kemal’e sunduğu gizli raporda, “Kurdistan, umumi valiliklerle ve sömürge usulü idare edilmelidir” önerisinde bulunduğunda, tarih 1925’i gösteriyordu. O günden bugüne, 1960 askeri darbesinin “Tehcir Raporu”, devamında Demirel’in “Güneydoğu Raporu”, ardından Çiller’in “Doğu ve Güneydoğu Onarım Projesi” ve sonunda AKP-Ergenekon-MHP üçlüsünün “Çöktürme planı”; hepsi aynı sömürgeci anlayışın, Şark Islahat Planı’nın güncellenmiş hali işlevini gördüler. Kurdistan’ı sömürge usulü talan ve soykırımdan geçirme zihniyeti hiçbir zaman değişmedi.
Şark Islahat Planı’nın hukuktaki karşılığı olan Şark istiklal Mahkemesi’ni de DGM’ler ve Ağır Ceza Mahkemeleri takip etti. Güncelde ise Türk devlet aygıtının hukuk sistemi, tamamen Şark Islahat Mahkemesi savcısı Süreyya Örgeevren gibilerinin zihin yapısına paralel işlemekte, Kürtler açısından tam manasıyla bir öğütme mekanizması işlevi görmektedir. Kobanî davası, bu yönüyle 100 yıllık Türk devlet zihniyetinin Kürt düşmanlığındaki sürekliliğini göstermesi açısından 21. yüzyıla çarpıcı bir örnek oluşturduğu kadar, halen sürdürülmekte olan kimi algı operasyonları bakımından da aydınlatıcı ve nokta koyucu olmuştur.
Türk özel savaş rejimi ve uzantılarının yıllardır dillerinden düşürmedikleri ve bir algı oluşturma stratejisine dönüştürdükleri silahlı Kürt/ silahsız Kürt tarzındaki ayrıştırıcı tanım ve bu tanım üzerinden kurtarılmaya çalışılan legal siyaset mizansenleri Kobanî kumpas davasına çarparak tuzla buz olmuştur. Biliniyor, legal siyaseti özgürlük mücadelesinin karşısına koyarak NATO-gerilla stratejisinin “isyanları bastırma ve ele geçirip yönetme” konsepti doğrultusunda Kürt ulusal mücadelesini bölme, birbiriyle çatıştırma ve kullanma taktikleri 1993’ten beri yoğunlaştırılarak devrede tutuluyordu. Latin Amerika, Afrika ve Orta Doğu’da azami kullanılan bu strateji, bir çok örgütü bölüp birbiriyle çatıştırırken, direnç gösteren silahlı öğelerini de operasyon yapamaz hale getirerek enerjilerini tümüyle kendilerini korumaya harcamalarına ve böylece marjinalleşip tasfiye olmalarına yol açtı.
Söz konusu stratejinin çeşitli uygulama biçimlerine rağmen sonuç elde edemediği tek hareket, denilebilir ki Kürt özgürlük mücadelesi ve legal Kürt siyaseti oldu. Ne askeri zor ve teknoloji Kürt özgürlük mücadelesini amaçlanan sınırlara çekmeyi başardı ve ne de algı operasyonları ve cezalandırmalarla legal siyaset rejimin kendisine biçtiği keklik rolüne teslim oldu. Aksine, Kürt özgürlük mücadelesi, ideolojik-politik ve örgütsel çizgide etki üretme kapasitesini geliştirirken, coğrafi alanda da yayılma, askeri güç potansiyel ve yeteneğini artırma kabiliyeti göstererek jeopolitik konumunu güçlendirdi. Kürt halkının ve dostlarının Newroz ve yerel seçimlere damgasını vurarak, Özgür Halk/ Demokratik Ulus olma yolundaki ısrarının yanına Önder Apo’nun İmralı direnişini koyduğumuzda Kurdistani tablo tamamlanmış oluyor.
Bu tablo, ideolojik-politik ve psikolojik üstünlüğü ele geçirmiş ve her alanda direniş içerisinde olan Kürt ulusunun ve dostlarının, sömürgeciliğe karşı şekillendirdiği özgürlük tablosudur. Kobanî kumpas davasıyla Türk devlet aygıtı başarısızlığının öfkesini kusmuş, özünde meselenin “silahlı-silahsız Kürt” meselesi olmadığını bizatihi kendisinin patolojik Kürt düşmanlığından muzdarip bir vakaya dönüştüğünü cümle aleme göstermiştir. Bundan sonrası için yapılması gereken, bu gerçekler ışığında daha özgüvenli, bütünlüklü ve toplumun her kesimi ile bağ kurup onları örgütleyebilen demokratik ulus bilinci ile harekete geçmek, yaşamın her alanında söz ve eylem sahibi olmaktır.
AKP-Ergenekon-MHP faşizmin halklarımıza ve halklarımızın örgütlü demokratik-sosyalist güçlerine karşı, bütün devlet ve devletler arası imkanları kullanarak yürütmekte olduğu topyekün savaş zemininde Kürt özgürlük mücadelesi ve dostlarının elde ettikleri üstünlük basite alınmamalıdır. Psikolojik boyutu aşan, ideolojik-politik olduğu kadar ahlaki ve meşru bir konum kazanan bu üstünlük, çürüme ve çözülme sürecine giren rejimi alaşağı etmek açısından yeni bir imkanlar demeti sunmaktadır.
Dolayısıyla Figen Yüksekdağ’ın mahkeme heyetine hitaben kurduğu “son sözü direnenler söyler” cümlesi, rastgele seçilmiş bir söz değildir. Çünkü insanlık tarihi hep böyle pratikleşmiştir: Direnenlerle yaşam anlam bulmuş ve anlam hakikat savunucusu direnenlerle sözünü kurmuştur. Unutmayalım ki, unutmamak kurucudur.
Kaynak: Yeni Özgür Politika