HABER MERKEZİ
Ortadoğu’yu yeniden dizayn etme amaçlı yürütülen hegemonya savaşı sürerken her güç bu savaşın kazananı olmak için adımlar atıyor. Kuşkusuz kazanan, hem büyük bir ticaret merkezi olan Ortadoğu’da hakimiyetini kuracak, hem de dünya siyasetinde belirleyici güç olacak. 3. Dünya savaşı merkez olarak Ortadoğu’yu hedef alan, öncesinde devletlerin vekil olarak yürüttüğü, sonrasında fiili olarak devreye girdiği ve bizzat yürüttükleri bir savaş konumuna gelmiştir. Bugün atılan adımlar önümüzdeki 100 yılın savaşı olacaktır. Bu nedenle barış değil, proje savaşıdır. Bu savaşta bazıları yenilecek, bazıları diğerinin şartlarını kabul etmek zorunda kalacak ve dünya savaşlarının karakteri gereği bölgede yeni dengeler oluşacaktır. Yeni düzenin nasıl oturtulacağı henüz belirlenmiş değil. Mevcut durumda taktik ittifaklar yapılmaktadır. Ortadoğu’daki tüm gelişmelere bütünlüklü bakmak çok önemlidir. Sadece bir parçada yaşanan gelişmeleri değerlendirmek bizi eksik sonuçlara götürecektir.
Bölgede hegemonik güç olarak ABD ve Rusya, etkileyici güç olarak ise Türkiye, İsrail ve Suudi Arabistan bulunuyor. İsrail’in uluslararası alandaki ayağı ABD’dir. Ayrıca İngiltere, Suudi Arabistan, Ürdün ve Mısır da İsrail’i desteklemektedir. ABD, Suriye’nin doğusundaki petrol bölgelerinde kendi hakimiyetini, Türkiye’nin de Fırat’ın batısı ve doğusundaki işgalini kullanarak tamamen Suriye’yi ve Irak’ı şekillendirme, Kürtler üzerindeki etkinliğini sürdürme politikasının bir parçasıdır. Sorun sadece petrol bölgelerini kontrol etme değildir, buralar üzerinde Suriye ve Irak üzerinde baskısını sürdürürken, diğer taraftan da Başurê Kürdistan’daki yönetimi de kullanarak bölge politikalarında etkili olmak istiyor. Gelinen aşamada ABD’yle Rusya, Suriye, İran ve bunlara bağlı güçler arasında hakimiyet sağlama mücadelesi yoğunlaşmıştır. Her ne kadar cepheden şiddetli bir savaş içine girmeseler de her güç kendi ağırlığını artırmak, korumak, kendine güçlü bir konum kazandırmak istiyor.
Türkiye esasta Kürt düşmanlığı yürüterek, bölgede Kürt kazanımlarının önüne geçmek ve bu temelde destek olacak her güç ile ittifak halinde olmayı tercih ediyor. Rojava Devrimi’nin temellerinin atılmasıyla halk ayaklarının boyutlanması hegemonik güçlerin, özellikle de Türk devletinin tüm hesaplarını bozdu. Bu yüzden de AKP yönetimindeki Türk devleti devrimin imhası, tasfiyesi ve Kürt soykırımını başarmak için tüm varlığını ortaya koydu, Suriye stratejisine Kürt düşmanlığı temelinde yön veriyor. Rusya ise adım adım Türkiye’yi teslim alma temelinde ilişkilerini sürdürüyor. Bu teslim alma süreci düşürülen 2 Rus uçağın düşürülmesiyle başladı. Putin, misilleme olarak sıcak çatışma yerine tamamen erdoğan yönetimini denetime almaya başladı. Putin bir demeçte “Suriye savaşında Türkiye’yi kazandım” demişti. KGB geleneğinden gelen Putin, soğukkanlılıkla Rus uçaklarının düşürülmesiyle oluşan krizi avantaja çevirdi. Böyle gelişen süreçlerde Türkiye sürekli tavizler vererek NATO üyesi olmasına rağmen ilişkilerini sınırlı tutmaya çalışsa da Suriye iç savaşında tabular yıkıldı.
Rusya ve ABD’nin hegemonya savaşı sürerken, önemli dinamiklerden oluşan bölge devletleri de küresel güçlerin içine girdiği çatışma durumundan payını almaya çalışmakta. Ancak bu hesaplarda eksik bıraktıkları, hesaba katmadıkları üçüncü bir güç olan Kürt faktörü vardı. Bu güçler için Kürtler hem bir müttefik, hem de amaçlarına ulaşmada bir pazarlık konusu oluyordu. Devletlerin sistem krizine karşı Kürtler öncülüğünde gelişen halk ayaklanmaları ile yeni bir sürece girildi. Hegemon güçler de toplumun sisteme karşı bu tepkilerine zemin açarak bölgeyi yeniden dizayn etmek istedi. Hakimiyetin önünde engel olan güçler için de planlar yapılarak hem etkisini azaltıp zayıflatmak, hem de gerekirse o devleti tasfiye etme arayışlarına gidildi. Örnek olarak İran’ı verecek olursak; Kasım Süleymani’nin Bağdat’ta ABD tarafından öldürülmesi önemli anlamda dengeleri değiştirmiştir. ABD askeri ve siyasi ağırlığını ortaya koyarak, Ortadoğu’da esas dikkate alınması gereken güç olduğunu ve kendisini dikkate almadan herhangi bir yeni Ortadoğu düzeni gelişmeyeceğini vurgulamak istedi. ABD’yle İran çok şiddetli karşı karşıya gelecek bir savaş içine girmeseler de savaş farklı yol ve yöntemlerle yoğunlaşarak sürecektir. İran’ın bu hamle karşısında ABD’ye direnmekten başka yolu kalmadı. Dışarda vereceği mücadele ne kadar güçlü olursa içerdeki egemenliği o denli ayakta kalır, stratejisini buna göre kuruyor. ABD ise İran’ı teslim alıncaya kadar savaşını sürdürecek. İran’ın zayıflaması ve kendi zenginliklerinden taviz vemesi durumunda, oluşacak boşlukta yerini alacak güç dengeleri değiştirecektir. Türkiye gibi çıkarcı devletler ise önümüzdeki süreçte bu boşluğu doldurmak için kendisine pay çıkarma peşindedir. İran ABD ile savaşa girerse ve güçlü bir direnç gösterirse ya İran’a müdahale olacak, ya da ABD’ye geri adım attırılacak. Rusya, İran’la ABD’nin şiddetle karşı karşıya gelmesini istemez, çünkü Rusya İran’ın müttefikidir. Buna Çin de dahil edilebilir. Bunlar dikkate alındığında mücadelenin çok taraflı ve karmaşık düzeyde süreceği görülüyor. Deyim yerindeyse bölgenin kaderini belirleyecek olan bu savaştır.
Türkiye, yeni dizaynın dışında olmayacak, bu yüzden İran’ın dış siyaset taktiğini uygulayarak kendince bazı adımlar atıyor. Tayyip-Bahçeli, devletin yeniden biçimlendirilmesi yönünde ittifak kursa da bu ittifak içi boşalmış, çöküşe uğramış bir yönetim doğurarak bir çok güçle karşı karşıya gelmiş bir rejim olmuştur. Başkalarının savaşını yürütür hale gelmiş vekil bir rejim konumundadır. Kendisini “Oyun bozucu” tanımlamasıyla gücünü gösterme arayışlarına girmiş ve son aşamada Rusya’yı karşısına almıştır. İç ve dış siyasetinin ömrü tükenmiş ve son demlerini yaşıyor. TC devleti şimdiye kadar ayakta kalmışsa bunun nedeni İngilizlerle yaptıkları Lozan Anlaşması’dır. Başka bir güce dayanmadan, ittifak kurmadan ayakta kalması mümkün değildir. Şimdiye kadar varlığını dış devletlere dayanarak koruyan Türkiye artık tutunamıyor. İdlib’de kaybederse Suriye’de kaybedeceğini ve Suriye’de işgal altına aldığı tüm bölgelerden çekilmek zorunda kalacağını söyleyerek bu savaşı yürütüyor. Bunu “Beka sorunu” diye tanımlamasının nedeni budur. Türkiye’nn İdlib’de zaman kazanma arayışları olsa da kaybedeceği açıktır. Çetrefilli bir durumda olduğundan hem ABD’ye, hem de Rusya’ya demir atmakta ve boğulmakta olan siyasetine nefes aldırmaya çabalamaktadır.
İdlib’de girilen çıkmaza karşı ABD Türkiye’ye bir proje sunmaktadır: “Rusya ilişkilerinde geri adım at, ben de senin varlığını tanıyayım” ABD’nin yeni dönem stratejisi Suriye’yi Rusya için yaşanılır bir alan değil, altından kalkamayacağı bir yük konumuna getirmektir. Türkiye şimdiye kadar, süren çelişki ve çatışma ortamında her iki taraftan da yararlanmaya çalışıyordu. Kürt politikasında, soykırımında kim destek verirse ona daha yakın durarak bazen ABD ve Batı tarafına, bazen de Rusya tarafına eğilim gösteren bir politika izlemiştir. Şimdiye kadar Ortadoğu’daki mücadelenin boyutu, karakteri Türk devletine bu imkanları verse de, bu imkanlar daralmış ve Türkiye artık bir karar verme aşamasına getirilmiştir. Yakın zamana kadar ABD ve Avrupa’ya karşı Rusya’yı kullanma ve bu Rusya ilişkisinden yararlanarak özellikle Kürtlere karşı belirli saldırılar yürütme koşulları bulmuştu. Özellikle Efrin açısından bu durum söylenebilir. Yine Bab, Cerablus gibi yerlerde de Rusya TC’nin işgaline göz yummuştur. ABD ise kendileriyle sorunlu olsa bile NATO üyesi olarak Türkiye’nin sonunda kendilerinin yanında yer alacağını düşünerek Türkiye’nin saldırılarına, işgallerine ses çıkarmamış, hatta işgale teşvik etmişlerdir.
Mevcut durumda Ortadoğu’da mücadele eden güçlerin safları belirginleşmiştir. Eskiden ilişki ve ittifaklar daha kaygan olsa da bu zemin giderek azalıyor. Artık tüm güçler konumlarını ve saflarını yeni düzene göre belirliyor. Türkiye’yle ABD’nin ilişkilerinde sorun yaratan önemli noktalar var. Türkiye’nin yakın zamandaki politikalarıyla Mısır ve Suudi Arabistan’la karşı karşıya gelmesi, şu anda Libya’ya müdahale etmesi, yine Irak’ta belirli bir etkinlik kurmak istemesi, çeteleri desteklemesi, bunlar Arap dünyası açısından sorunlar yaratmaktadır. Bu yönüyle de ABD Araplarla sıkı ilişki içindeyken, diğer taraftan da Türkiye’nin NATO üyesi olması ilişkileri sorunlu hale getirmektedir. Bu çelişkiler bir süre daha devam edecektir.
Tüm bu çerçeveler ışığında Kürtleri ele alacak olursak; Rojava’da Kobanê zaferinden sonra Kürt özgürlük güçleri öncülüğünde elde edilen kazanımlar AKP faşizmi tarafından bir tehdit olarak ve Neo Osmanlı hayalleri önünde en büyük engel olarak görüldü. Kürt varlığı ve özgürlüğü gelişimini sürdürdükçe, Kürdistan’a yayılıp örgütlü ve eylemli bir güç haline gelerek kendisini özgürce yaşayan bir düzeye ulaştırma yolunda ilerledikçe, tarihsel suçların bir bir açığa çıkacağını ve herkesin, tüm insanlığın hesap soracağını, tarihin lanetleyeceğini çok iyi biliyordu. Başlatılan işgal saldırıları ve hegemon güçlerle yapılan hesaplar, Kürt, Arap, Süryan ve halkın birçok kesiminden bir araya gelen güçlerin direnişi karşısında bozguna uğrayarak, Türk faşizminin ve yayılmacı hayallerini boşa çıkardı. Kuşkusuz Türk devleti ve AKP faşizminin bu saldırgan tutumu çöküşe kadar sürecektir. Osmanlı imparatorluğu talan savaşları ve işgallerle var olup yine savaşla yok oldu. TC’ninde aynı kaderi yaşaması kaçınılmaz olacaktır.
Kürdistan’ın ve Kürtlüğün, Özgür Kürtlüğün ruh olarak, duygu olarak, düşünce, davranış ve mücadele olarak 41 yıldır sürdürülen gerilla savaşına dayalı olarak yaratıldığı, kazanıldığı tartışmasız bir gerçekliktir. Bu direniş için her şey söylendi. En güzel sözler de söylendi, en ağır hakaretler ve küfürler de edildi. Gerillacılık kutsandı da, neredeyse lanetlenir düzeyde kötülendi de, herkes her şeyi kendi çıkarı doğrultusunda söyledi, ama tarih Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan çizgisinde, gerilla temelinde hükmünü icra ederek bugüne kadar gelmeyi başardı ve bu yılda da bütün hakaretlere, saldırılara, engellemelere karşın zorlukları yenen, engelleri aşan büyük bir mücadelecilikle bugün faşizm karşısında tüm ezilenlerin kurtarıcı gücü, özgürlük umudu haline gelmeyi başardı. Tarihin hükmü bu doğrultuda oldu. Binlerce, on binlerce devrimci yurtsever, fedai militan insan her gün kahramanca direnerek, onlarca şehit vererek özgür yaşam iradesinin, tutkusunun ayakta kalmasını, büyümesini, sağlamaya çalıştı. Milyonlarca insan yemeyerek, içmeyerek bu özgürlük umudunu canlı tutmaya, yaşanır kılmaya çalıştı ve çalışmaya devam ediyor. Bu gelişmelere bakarak önümüzdeki 100 yılın Kürtlerin kaderini önemli oranda değiştirecek yıllar olacağı kesindir. Bu yüzden ulus çapında ve hatta insanlık çapında düşünmeyi bilerek, son derece ilkeli ve kararlı bir pratik tutum içinde olmak, dönemin en gerekli ve vazgeçilmez eylemi olmaktadır. Kapitalizmin ilkesizleştirme, sindirme ve kendi kirli sistemine entegre etme çabaları ancak direnişle boşa çıkacaktır. Bu noktada daha da fazla ve her düzeyde direnmeyi göstermek gerekiyor. Halkların özgücüne dayalı bir mücadele olmadan, varolan bir takım gelişmeler varsa da sadece bunları peşkeş çekmekte kalmak değil, aynı zamanda ebedi köleliğe zemin ve imkan hazırlamak demektir.
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi