HABER MERKEZİ
Bir gün birisi bana “sen benim vicdanımsın, yanımdan ayrılma“ dedi ve ben onu o gün terk ettim. Anladım ki onun vicdanı yoktur, varsa da körelmiştir. Vicdanı olmayan birisinin yanında olmak, hele hele onun vicdanını oynamak başlı başına bir işkencedir, hiç kimse bir başkasının vicdanı olamaz ve bu sorumluluğu kaldıramaz.
Vicdan içimizdeki hak ve adalet arayışıdır. Aile, toplum, din ve ahlaki değerlerin öz yargılarıyla oluşan vicdan duygusu, kişiden kişiye, toplumdan topluma farklılıklar gösterse de, özünde insanların yaptıkları yanlışlar ve doğrular üzerindeki öz denetim mekanizmasıdır. Gözle görülemese de, insan özünün derinliklerinde yatan, özeleştiri çığlığı ya da karar sesidir. Bir de toplum vicdanından söz edilir. Aynı toplumsal değer yargılarını paylaşan insanların ortak yorumlarından, ortak kararlarından ya da red-kabul ölçülerinden oluşan insanlığın ortak sesidir bu. Tıpkı insanlarda olduğu gibi, toplumların da vicdan duygusu körelebilir ya da insanlıktan yana daha duyarlı bir şekilde gelişebilir.
Sistem olarak kapitalizm hem bireylerin, hem de toplumların vicdanlarının bırakın körelmesi çürümesine neden olan, insani, inançsal, ahlaki vb. diğer toplumsal değer yargılarını kendi erkek egemen çarkları arasında öğütüp, yeniden şekillendiren, toplumsallık yerine bireyciliği ve egoyu göklere çıkaran bir sistemdir. Bu sistemin acımazsızlığı ve vahşeti salt insanlığın değil, dünya üzerindeki tüm canlıların ve bir bütün dünyanın başına gelmiş en büyük beladır. Bu öyle bir beladır ki bir yandan insanlığı kemirirken, diğer yandan insanlığın kendi kendisini yiyip bitirmesine olanak hazırlamaktadır. Birbirini sömürmek, ayağını kaydırmak, başkasının yaşamıyla oynamak, inancından, kimliğinden, cinsel tercihlerinden ve her türlü farklılığından dolayı ötelemek, katletmek, kapitalist vicdanın elverdiği toplumsal alışkanlıklar ve davranış biçimleri haline gelmiştir. Toplum vicdanı kendisini hak arayışı, mazlumun yanında oluşu, zulme hayır deyişi ile ortaya koyması gerekirken, toplumun birlik ve dayanışmasını sağlayarak ortak bir yaşam anlayışına hizmet etmesi gerekirken, kapitalist sistem sayesinde tam tersine, yaşanan tüm haksızlık ve hukuksuzluklara gözlerini kapatan, zulme boyun eğen, toplumsal olaylar ve sorunlara duyarsız yaklaşan bir rol üstlenerek, toplumun darmadağan edilmesine onay vermektedir.
Vicdanlarını tümden yitiren toplumlar ise haksızlık, zulüm ve adaletsizlikleri, kendi egolarını tatmin etmek için, bireysel çıkarlarını korumak için, kendilerini din ve milliyetçilik makyajları altında gizleyerek teşvik etmekte ve onaylamaktadırlar. Bunun en somut örneklerini Suriye’de yürütülen savaş ve sonrası yaşanan göçlerle birlikte yaşamlarını kaybedenlere yönelik vicdansız yaklaşımlarda görebiliriz. Binlerce insanın çoluk çocuk demeden katledilmesine, canlarını kurtarmak için kaçanların binlercesinin Akdeniz’de boğulmasına, kadın ve çocukların satılmasına sessiz kalan toplum vicdanı, her nedense sadece devlet-i alanın uygun gördüğü durumlarda sızlamakta ve ayağa kalkmaktadır. Suriye’li hamile bir kadının tecavüz edilip çocuğuyla birlikte öldürülmesinde üç maymunları oynarken, sözde demokrasi bayramında sabahlara kadar sela ezanlarıyla olmayan vicdanlarını rahatlatmaktadırlar. Hukuksuzca işleri ellerinden alınıp yaşamları ile oynanan binler, hakları için ölümüne açlığa yatan Nuriye ve Semih’ler görülmemekte, esaret altındaki siyasilerin çığlığı duyulmamakta, tüm bu adaletsizlikler dile getirilmemektedir. Türkiye toplumu yüksek çoğunlukta salt vicdanını, sağduyusunu, empatisini yitirmekle kalmamış; ne yazık ki hafızasını, sağlıklı düşünme yetisini ve bilincini de kaybetmiştir. İradesini kapitalizmin en sakat , en geri ve vahşi temsilcisine, dincilik, milliyetçilik ve faşizme teslim etmiştir.
“Vicdan içimizde durmadan havlayan bir köpektir“ demiş birisi, bir diğeri ise; “Vicdan, içimizdeki tanrıdır“ demiş. Ben de vicdanı olanın tanrıya ihtiyacı yoktur, diyorum. Vicdan ister içimizde bizi hak ve haksızlığa karşı uyaran bir köpek olsun, ister adalet duygusuyla hareket etmemizi isteyen tanrı olsun, yeter ki hem birey hem de toplumların bünyesinde körelmemiş ve köreltilmemiş olsun. Sokakta öldürülmüş bir insanın katiline dini ve etnik kimliğini sorgulamadan karşı çıkabildiği gibi, sokakta öldürülmüş bir köpeğin ölümüne de karşı çıkabilsin. Kendi dinini koruyabildiği kadar başkalarının dinini de koruyabilsin. ‘Kapitalizm insanlığın baş belasıdır’ derken bunu en iyi insanlığın birbirilerine olan vicdansızlıklarında görmek mümkündür. Vicdanını yerin yedi kat dibine gömüp, göğün yedi kat üstünde tanrı ve cenneti aramak insanlığın sonu olacaktır. İnsanlığın kurtuluşu ise vicdanı ve ruhu esaret altına alınmamış, adalet duygusu gelişmiş, demokratik ve özgür bir yaşamın esas alındığı, dünya üzerindeki her canlının yaşam hakkının kutsal sayıldığı bir yaşam ve toplumsal sistemle sağlanacaktır. İşte o zaman tanrının içimizdeki vicdan duygusu olduğu anlaşılacak ve vicdanın elvermediği her şey günah sayılacaktır.
Vildan Dirik