HABER MERKEZİ- Demir Çelik’in Kaleminden
“Girift ve karmaşık ilişkileri ile vekalet savaşçıları üzerinden süren savaş, gelinen aşamada küresel ve bölgesel güçlerin kimi zaman karşı karşıya gelmeleri, kimi zaman ve yerelde ise birlikte olmalarıyla devam ediyor. ABD, Rusya, Çin ve AB emperyalistleri üçüncü dünya paylaşım savaşında azami fayda elde etmek isterlerken, Türkiye, İran, İsrail ve Suudi Arabistan gibi bölgesel güçler ise savaşın fiili koşullarından pay kapmaya, açığa çıkan yeni dengelere göre pozisyon almaya çalışmaktadırlar.
ABD, sahada örgütlendirilmiş ve silahlandırılmış radikal gruplar ve devlet dışı güçler üzerinden kaos oluşturmak ve kaosu yönetmek stratejisi ile hareket ediyor. ABD’nin Ortadoğu politikası son çeyrek yüz yılda küresel ve bölgesel gelişmelere bağlı olarak değişim gösterse de, asıl olarak İsrail’in güvenliği, enerji kaynaklarının uluslararası piyasalara kesintisiz ulaşımı, petrol ve doğal gaz ticaretinde doların kullanılmasının politikasıdır. Terörizmle mücadele söylemi, kendi jeo-stratejisine meşruiyet kazandırma, uluslararası toplumda rızalık üretme amaçlıdır. Bu temelde de ABD’nin Ortadoğu politikası, kendisine mesafeli Baasçı, Rusya’ya yakın rejimlerin tasfiyesi ve kendi müttefiklerini yeni ihtiyaçlara göre konumlandırma, onları kendi stratejisine yedekleme politikasıdır. Irak, Suriye ve Libya gibi milliyetçi, otoriter ve küreselleşmeye kapalı, Rusya’ya yakın Baasçı rejimler olmaları nedeni ile ABD tarafından tasfiye edilmek ya da çatışmalarla istikrarsız kılınmak istendiler. Bu amaçla Ortadoğu’da askeri varlığını sürdüren ABD, Rusya müttefiki Irak, Suriye ve Libya’yı askeri düzeyde çökertme stratejisi ile hareket etti, ediyor.
ABD bir yandan Baasçı rejimleri tasfiye ederken, diğer yandan da müttefiklerine yeni ihtiyaçlarını karşılamaya dönük baskı kuruyor. Ne var ki, çoğu Arap rejimi bu baskıyı göstermelik reformlarla geçiştirmeyi tercih etti. ABD bir yandan kapalı ve kendisine mesafeli rejimleri tasfiye etme politikası izlerken, öte yandan da müttefiklerinin bu bağımlılık ilişkisine meşruiyet kazandırmaya çalıştı. Otoriter rejimler yerine, seçilmiş iktidarlarla ilişki kurarak, diktatörleri destekleyen imajından kurtulmaya çalıştı. Bütün bunlardan hareketle Rusya’ya yakın (Libya, Irak, Suriye) ve küresel sisteme entegrasyon sorunu yaşayan ülkelerde büyük yıkım yaşandı, yaşanıyor. ABD’nin Suriye ve Irak’ı yıkma sürecinde bir ara İran ve Rusya etkisinin artması söz konusu olsa da, bugün etkili olan ABD‘dir. Rusya ABD’ye karşı askeri kısıtlıklarını İran ve Türkiye’yi yanına almaya çalışarak, kendi etki alanlarındaki rejimleri ve onların ardıllarına dayanarak pozisyon almaya çalıştı. Esad rejimindeki ısrarı bu nedenledir. Putin otoriteryan konumu ile askeri kısıtlıklarını avantaja çevirme kapasitesi ile hareket ederken, ABD de Erdoğan ve İran mola rejiminin zayıflıkları ve hassasiyet ile onları yanında tutmaya çalışarak, en azından direk karşısına almayarak, sahada güç biriktirmeye, yeni dengeler ve ittifak güçlerini oluşturmaya baktı.
Bu arada Türkiye’ye ilişkin de birkaç söz söylemek gerekiyor. Hatırlanacağı üzere Hitler, Almanya’nın 1. Dünya Savaşı’nı kaybetmesiyle yaşadığı siyasal kuşatılmışlığı ve ekonomik darboğazı aşmak için anti-komünizm ideolojik gerekçesiyle doğuya doğru hareket etmiş, biyolojik ırkçılık propagandası ile toplumsal taban oluşturarak iktidar olmuştu. İktidarı fırsat bilip tiranlaşan Hitler, on yıl içinde bütün Avrupa’yı kasıp kavurmuş, halklar soykırımı ile insanlığın yüzkarası olmuştu. Türkiye’de Kürtlerle olan savaşını sürdürmek için on yılı aşkın bir süredir (Libya, Suriye, Kafkasya vb.) başta olmak üzere savaşı çepere ve çevreye yaymanın arayışı içindedir. Bunun sonucu olarak içine düştüğü darboğazı aşmak için Kürdistan’ı bütünen işgal etme önceliği ile bugün hareket ediyor. Kemalist- militarist devlet geleneği’nin yüzyıllık jeo-stratejisi ile hareket eden AKP-MHP faşist bloğu, ‘ikinci kurtuluş savaşı’ söylemi ile yüzyıllık bu stratejiyi bir kez daha uygulamaya almış, ‘Türkiye Yüzyılı’ söylemi ile toplumda rızalık üretmeye çalışıyor. Türk devletinin Kürt, Alevi ve Demokrasi karşıtı bu jeo-stratejik korkusu, Kürt statüsü ihtimali ile iyice depreşmiş, uluslararası meşruiyeti hiçe sayan neo- Osmanlıcı yayılmacı politika ile çevresini ve çeperini ilhak ve işgale kalkışmasına neden olmuştur.
Rojava’da ortak yaşamın ete kemiğe bürünmesi, giderek Kürdistan statüsüne dönüşme ihtimali nedeni ile güncellenen bu kaygı ve korku, iktidarın yeni ittifak güçlerine ihtiyaç duymasına siyasal gerekçe oluşturmuş, Kürt Statüsü’nü engellemek öncelikleri olmuştur. Farklı etnisiteden selefistlerden oluşan yüzbinlerce barbar sürülerini Halep ve Rojava‘ya saldırtmıştır. Birbiri ile tarihsel ve siyasal amaçlarda çelişen ve çatışan güçlerin uzlaşması, Kürt Statüsü korkusu nedeni ile mümkün olmaktadır. Korkunun yol açtığı bu ittifak, savaş haline somut bir gerekçe oluşturarak kutsal devlet etrafında “yerli ve milli” olan tüm ulusalcı, Ergenekoncu şoven milliyetçi kesimler, yüz yıllık jeo-stratejinin gereği olarak, ‘Milli Şef’ etrafında kenetlenmişlerdir. Yerli ve milli söylemin arkasına hizalandırdıkları selefi militanlarla aylardır dört bir tarafını kuşattıkları Rojava’y işgal etmeye kalkışmaları, devletin “Milli Şef” merkezli biriktirdikleri güçle işgale kalkışmışlardır.
Küresel emperyalist güçlerin Suriye‘nin geleceğine dair tahayyülü ile işgalci bu politikanın bir yerde örtüşüyor olması nedeni ile sahada lehlerine dönüşen bir durum olsa da uzun zaman diliminde işlerin tersine dönüşme potansiyeli oldukça yüksektir. Mevcut uluslararası konjonktürde Kürdistan Statüsü ihtimali belirince bir yandan işgal ve ilhakla, diğer yandan Kürtlerin aklını çelmek için algı oluşturan iktidarın asıl ve temel amacı; Kürtlerin statü sahibi olmalarını engellemektir.
Yıllar öncesinde ABD’nin Suriye tahayyülü; üç bölgesel veya federatif yapıya dayalı idari ve siyasi projedir diye yazmıştım. Şii Araplar, Sünni Araplar ve Kürt statüsüne dayalı bu yaklaşımı nedeni ile Türkiye, ABD ile tarihsel ittifakını terk etmiş, Rusya ve İran ile Astana ve Soçi‘de birlikte olmuştu. Türkiye bu sayede Efrîn’i işgal etmiş, Minbiç’i de içeren önemli bir alanı kendi egemenlik bölgesi iddiası ile işgal etmek istiyordu. Türkiye’nin derdi çatışmasızlığı sağlamak değil, başından beri desteklediği İslamcı çetelere hamilik yapmak ve onları kendi jeo- stratejisi için kullanmak, mümkün olduğu takdirde de Rojava’yı dağıtmaktı. Rojava’yı sınır güvenliği gerekçesi ile işgale kalkışarak savaşı yaygınlaştırarak Kürdistan’ı bir bütün ilhak etmek amacıyla yıllar yılıdır bu barbar çeteleri örgütlemekte, organize ederek Rojava üzerine salmaktadır. Fırat’ın batısından başlayıp El Bab’tan Halep’in kuzeyini sınır alarak İdlib, Efrîn’i Reyhanlı, Yayladağ ile birleştirerek Akdeniz koridorunu denetiminde tutarak Kürtlere kapatmak istiyor. Türkiye bu nedenle hem HTŞ ile iş tutuyor, hem de SMO’nu harekete geçirerek Fırat’ın batısındaki Kürt siyasal yapısını dağıtma stratejisi ile hareket ediyor. Üçüncü Dünya Savaşı’nın fiili durumdan kendisine bağlı selefistlerle Kürdistan karşıtı stratejisini sürdürmek istiyor. Daiş, El Kaide, El Nusra ve diğer selefist Türkmen gruplarından oluşan HTŞ’ın güç biriktirerek Halep ve Hama’ya saldırmaları, ABD’nin Suriye tahayyülü ile Türkiye’nin Kürdistan karşıtı stratejisinin örtüşmüş olması sayesinde alanda hakimiyet kurmasına yol açmış bulunuyor. Türkiye bunu kendi egemenlik alanına dönüştürmek isterken, geçmişte Suriye ve İran’ın kısmi direnci ile karşılaşıyordu. Ancak gelinen bu aşamada hem Suriye’nin, hem Rusya ve İran’ın direnci kırılınca fırsattan istifade, Türkiye açıktan Fırat’ın batısını işgale çalışıyor.
ABD’nin Suriye’nin geleceğine ilişkin stratejisi ile Türkiye’nin mevcut de facto koşulları fırsata çevirme hamlesi yeni gelişmelere gebe görünüyor. Ortadoğu’da yüzyıl öncesinin dengeleri ve statülerinin çatırdadığı, yeni dengeler ve statülerin şafağında olduğumuz bu süreçte kimin eli kimin cebinde olduğunun bilinmediği karmaşık ve girift ilişkiler yumağında biz Kürtler çok daha örgütlü ve bilinçli hareket etmek durumundayız. Dört parçadan Kürdistanlıların ulusal statü için ayağa kalkmaları gereken bu süreç, parçaya dayalı çözüm yerine Kürdistan temelli siyasal statüyü esas alacağımız bir süreç olma karakterindedir.”
Kaynak: Yeni Özgür Politika