HABER MERKEZİ
Faşizan zamanlardan geçiyoruz. Zaman, nefes alıp vermenin bile zor olduğu zamanlardır. Bir nevi zaman, varlık-yokluk zamanıdır. Varlık ve yokluk zamanlarını doğru değerlendirmeyenlerin, var olmak için yok olmaya karşı duramayanların, durmayanların, yok olduktan sonra ‘var olacağız, var olmak için mücadele edeceğiz’ demelerinin lüksü yoktur. Bir kere yok olunmuşsa, var olma ellerinden alınmışsa, geriye dönüp var olabilmek çok ama çok zordur. Zaman makinası olmadığından zamanı geriye sararak, yapılan hatayı-hataları düzeltme imkânımız da yoktur.
Tarihimize baktığımızda önümüzde gördüğümüz en berrak örnek 1.Dünya Savaşı ve sonrası süreçlerdir. 1.Dünya Savaşı’nda onun bunun yanında savaşa girerek ya da girmeyerek, ancak bir tedbir de alamamadan da kaynaklı perişan olunmuştu. 1.Dünya Savaşı sürecinde neredeyse 1,5 milyondan fazla Kürt bir şekilde katledildi. Savaş sonrasında onca imkana rağmen bir olmayarak, sağlıklı örgütlenmeyerek, ona buna angaje olarak, birilerinin kuyruğuna takılarak başımıza nelerin geldiğini de en çok biz biliyoruz. Öyle ki kendi kaderimizi elimize alabilecek iken, bireysel kibirlerden, işbirlikçilikten, güçsüzlükten, örgütsüzlükten, basiretsizlikten, akıl tutulmalarından kaynaklı on yıl süren görüşmeler sonrası Lozan ile yok sayılmayla, tarihin en karanlık çağına girmiş olduk.
Hiç şüphemiz yok ki güzel işler yapmak isteyenler de çıkmıştır. Belki de canlarını verenler, ruhlarını verenler de olmuştur. Ancak hep ‘bir şeyler yapacağım’ diye beklemişlerdir. İngilizleri, Fransızları, Amerikalıları derken Atatürkleri ve Cemiyeti Akvamı beklemekten kaynaklı ‘yaptım yerine yapacağım’ sözleri ve davranışlarıyla zaman geçirilmiştir. Xoybûn ile meydana inme kararı verildiğinde ise geç kalınmıştı.
Sistem Lozan ile oturmuş, 5 Haziran 1926 İngiltere ve Ankara arasında yapılan Irak sınır anlaşmasıyla da Kürdistan dörde bölünmüştü. Kürtlerin yok edilmeleri ve soykırımlardan geçirilmeleri için tabut hazırlanmış ve son çivi de çakılmıştı. O tabuttan çıkabilmek için çivileri sökmek gerekiyordu ki, tabutun içerisinden çıkıp çivileri sökmek çok ileri düzeyde güç ve ittifaklar meselesiydi ama o da Kürtlerin ellerinden bir kez alınmıştı. Yapılacak olan biraz namusu kurtarmak için direnmekti ve o da Kuzey’de, Güney’de, Doğu’da hatta kısmen de olsa Rojava’da fazlasıyla hem de görkemli bir şekilde yapıldı. Şêx Saidlerden Seyit Rızalara, İhsan Nuri Paşalardan Kör Hüseyin Paşalara, Simkolardan Qademxêrlere, Rıza Qolîxanlardan Reşidê Banêlere, Qazi Muhammedlerden Ahmed Tevfiklere, Qasımlodan Kak Fuatlara, Şêx Mahmud Berzencilerden Şêx Ahmedlere, oradan Molla Mustafa Barzanilerden İbrahim Ahmedlere, Dr. Şivanlardan Xalê Şahab ve Kak Aramlara, Celadetlerden Osman Sebrîlere, oradan da Çiyayê Kurmêncteki direnişlere ve daha nicelerine kadar, ne kadar da çok direnişçiler çıkmış ve ne kadar da çok direnilmiştir. Ancak geç kalındığı için onca emek ve çaba boşa gitmemiş olsa da, bunlardan sonuç alınamamıştır. En fazla olan, namusu kurtarmak olmuş ki, bu da Kürtlere özgürlüğü getirmemiştir. Ve bu sonuç alamamadan kaynaklı Kürtlerin ne kadar çok soykırımdan geçtiğini herkes az çok biliyor. Kürdistan’ın dört bir yanında on binlerce, yüzbinlerce, milyonlarca Kürt katledilirken, milyonlarcası topraklarından olmuş ve mültecileşerek bir nevi kelaynak kuşları gibi soyları bile tehlikeye girmiştir. Sadece bu durumu değiştirmek için bile dört parçada ne kadar mücadele edildiğini de az çok herkes biliyor. Bunların bedelleri Kuzey’de 4000 köyün yakılması, milyonlarcasının sürülmesi ve on binlercesinin şahadeti iken, Güney’de milyonlarca sürülme, Halebçe, Enfal, 3000 bin köyün yakılması ve yine on binlerce şehadet olmuştur. Doğu’da nelerin yaşandığını da biliyoruz, milyonlarcasının göçü ve binlercesinin katledilmesi. Rojava’da ise katledilmeleri hariç yaşananlar benzerdi.
Bunların tümü, ‘ne yaptım?’ yerine ‘ne yapacağım?’ diyerek, yapılacakları geleceğe havale eden yaklaşımlardan kaynağını almıştı. Bir kere ipin ucu kaçırıldığında yeniden o kaybolan ipin ucunu bulmanın bedeli böyle çok ağır oluyor ve nitekim bizim için de çok fazla olmuştur.
Şimdi yine benzer tarihi bir süreçten geçiyoruz. Zamanında 1.Dünya Savaşı’ndan yeterince faydalanılmadı ve neredeyse köle haline getirildik. Şimdi ise 3.Dünya Savaşı’ndan geçiyoruz ve var olabilme ile yok olma arasında bir yerde duruyoruz. Yüz yıldır ilk kez ciddi anlamda Kürtlerin özgürce yaşayabilecekleri bir ortam oluşmuştur. Kürtler şimdiye kadar bu ortamı iyi değerlendirerek büyük kazanımlar elde etmiştir. Bir nevi kaderlerini ellerine alabilecek zamanları yaşıyorlar. Ancak Kürtleri soykırımdan geçirmeye yeminli milliyetçi ve faşist yapılar da bu gerçekliği bildiklerinden, Kürtleri yeniden tabuta koyup çivilemek için hiç olmadığı kadar Kürtlere karşı saldırıya geçmişlerdir. Bir nevi şişeden çıkan cini yeniden şişeye koymak için her şeylerini ortaya sererek bir saldırı haline geçmişlerdir. Bu saldırı hallerini ise, ‘Ya İstiklal ya Ölüm’ diyerek büyük bir inat ve ölüm makinalarıyla sürdürme kararlılığındadırlar. Karşımızda duranlar bizi bir kaşık sudan boğmak için ellerinden ne geliyorsa yapıyorlar. Saldırıyorlar, katlediyorlar, sürüyorlar, işgal ediyorlar… Ve bunları yaparken de bizim var olmamızı kendilerinin yok oluşu olarak ele alıyorlar. Yok oluşumuzu da kendilerinin var oluşu olarak değerlendiriyorlar.
Hakikatin kendisi budur. Faşizan rejim bizim yok olmamız üzerinden kendi binalarını inşa etmeye yemin etmiştir.
Böylesi bir durumda hâlen, ‘düşünüyorum, ben de bir şeyler yapacağım, yapmalıyım, yapacağız’ diye bir hakkımız olabilir mi?
Böylesi anlar kesinlikle tarihi anlardır. Var olma ve yok olma anlarında yapılması gerekli olan, ‘Ne yapacağım?’ değil ‘Ne yaptım?’ olmak zorundadır.
Onun için diyoruz ki, tarihi anlardan geçerken her Kürdistanlı genç bir an evvel ne yapacaksa yapmalı ve hemen harekete geçmelidir. Gençlik bir halkın geleceği ise o zaman gelecek tayin eden yerlere hemen kendilerini atarak, ‘yapacağım’ yerine ‘yaptım’ demelidir.
Evet, vakit ‘Ne yapacağım?’ değil, ‘Ne yaptım?’ demenin vaktidir. Bu bilinçle her Kürt gencini yapması gerekenleri hemen şimdi, bu anda yapmaya davet ediyoruz…