HABER MERKEZİ
Bu şiyarı eskiden çok severdik, severdim. Tabii bunu yüce bir sesten duyduktan sonra daha çok sever ve dile getirir olduk. Üstelik bunu yaşamımızın tam merkezine alarak ve buna daha çok sarılarak. Kuşkusuz bu yalnızca slogan olarak tanımlanacak bir şiyar değildir. Sloganın çok çok ötesinde anlamlar içeren, dile geldiği her yerde yaşam yaratmanın zeminini oluşturan bir şiyardır.
“Yaşam sadece sazın sesi değildir. Yaşam bir tas su ve bir parça ekmek de değildir. Yaşam tüm bu yaratılanlardan öte, daha değerli bir varlık” sözleri takılır aklıma.
Nedir bu değerli varlık?
Önce kısa bir tabiirle yaşamı tanımlayalım; yaşam, geçmişin örüntüleri ile geleceğin tasarımları arasında gidip gelen bu anın yaratım zamanıdır, diyelim. Öyle ki bu ana neyi sığdırıyorsan yaşamın düzeyi de o kadar olur ve bu ana hakkını vermek ve bu anı dokumak gerekir. Hem de akıl dolu yürekle. Elimizde bu yaratım anlarını sonsuz kılmak için, insanlığın tarih boyu edindiği değerlerden oluşan erdemlerle donatılmış bir yaşam formülü var. Yine “yaşamı yaşanılır kılmak” diye bir deyim var ya, işte onu da bu sihirli formülün harcı yapabiliriz. Çünkü şu an yaşam, yaşanmaz duruma gelmiştir. Günümüz dünyasına baktığımızda yaşam katlanılmaz bir hal alarak, başımıza bir bela gibi musallat olmuştur. Bu da mevcut haliyle yaşamı yeniden var etmenin arayışlarına girmekten başka çaremizin kalmadığına işarettir.
Peki, geçmişte yaşam böyle çileli, böyle yalan dolan hikayelerle mi doluydu? Her günü bir bayram şenliğinde geçen doğal toplum nerede kaldı? Yoksa bu güzel yaşam hikayeleri bir ütopya olarak sadece belleğimizde mi yer kaplayacak? Eğer o zamanlar kadının öncülüğünde ve özünde doğal toplum her gün bir bayram şenliğindeyse, üstelik her ana bir yaratım hikayesi sığdırılıyorsa o zaman günümüz dünyasında neden bu güzellikler yaratılamıyor? Sözde o kadar gelişmiş, yücelmiş akıl, imkan ve olanaklar var. Buna rağmen yaşam insanlara acılar sunarak, katlanılmaz bir hal almıştır. Durum böyle ise yaşam kimin yönlendirmesinde, kumanda kimde, kim yaşamı siyah-beyaz bir sinema perdesinde bir film karesi gibi oynatıyor? Kah sadece güldüren bir sahne, kah içtenlikle ağlatan, kah varlık içinde bir oburluk, kah sefalet içinde bir açlık… Sahneler birbiri ardına değişmekte ama trajik durum değişmemekte. Bir düşünürün dediği gibi; “yaşam düşünenler için bir komedi, hissedenler için bir trajedidir.” Sanırsam hisleri güçlü olan kadın için yaşamın trajediye dönüştüğünden hiç kuşkumuz yok. Yine aynı şekilde biliyoruz ki bu kötü büyüyü bozacak olan da kadının sihirli yaşam gücüdür. Çünkü kadınlar bu trajik sahnelere bir imge gibi yerleştirilse de ruhsal olarak bu düzene (çok az bir kesim dışında) teslim olmamışlardır. Kadın her ne kadar bazen büyük bir ağır başlılıkla sessiz olsa da, bazen sunulmayı bekleyen bir kurbanlık gibi peşkeş çekilse de ve çoğu zaman kaderine razı gelmiş gibi dursa da aslında kadın hiçbir zaman mevcut düzenle bir olmamış, düzenle hiçbir ruhsal ve düşünsel bağ kurmamıştır. İsterseniz bu konuyu biraz daha açımlamak için neden kadınların daha fazla hayal kurdukları üzerine bir yorum yapalım. Çünkü kadınlar mevcut dünyanın kendilerine ait olamadığını her seferinde onları boğan acılarla fark etmişlerdir. Bu yüzden daha eşit, özgür ve adil bir yaşamın varlığına inanarak, bu yaşamın gerçekleşmesinin hayalini kurmuşlardır. Hayalleri uğruna verdikleri mücadelede çoğu zaman hüsrana uğrasalar da hiçbir zaman hayallerinden, onların gerçekleşme olasılığına olan inançlarından vazgeçmemişlerdir.
Şu anda kadınlar mecburiyetten veya farklı bir tercihleri olmadığından bazı durumları kabullenmiş görünüyorlar. Oysaki yüreğindeki feryatları dışarı taşıranlar bunun öyle olmadığını çok yakıcı bir şekilde ifade etmektedirler. Bazen sessiz çığlıkla içindeki isyanı ifade etmeye çalışırken, bazen de büyük bir protestoyla kendi canına kıymayı tercih eder. Çoğu zaman da beddua eden, lanetler yağdıran söylemleriyle yok sayılmaya karşı reddini ifade eder. Yaşamın bu korkunç gidişatını, bulduğu her yöntemle reddeden kadınların kendini her yönden bilinçlendirdiğini düşünelim. Ve toplumsal yaşamın kamburu olarak şekillenen bu egemenlikli sistemden kurtulmanın iddiasını taşıdıklarını, bunun her türlü mücadelesini vermeye çalıştıklarını varsayalım. O zaman bu kadınların önünü kim alabilir ki?
Evet, kadınlar yaşamın kudretli hükmünü verdiğinde, yaşamın ilk haline dönüp doğal toplumun tüm yaratımlarını yeniden canlandırdığında artık onun önünü kimse tutamaz. Artık hayallerin gerçeğe dönüşmesinin zamanı çoktan gelmiştir. Çünkü eril paradigmanın o parçalayıcı, yok edici, bencil, çıkarcı, tüketici, benmerkezci ve gerçek dışı özelliklerinin vebalini taşımayacak olan toplum ile karşı karşıyayız. Mevcut durumda toplum devletçi olgulardan çok rahatsız ve tepkili durumdadır.
Dediğimiz gibi devletli sistemle ruhsal olarak barışık olmayan kadınlar bugün her ne kadar olmak istediği konumda olmasa ve yapmak istediğini yapamasa da, eril zihniyetin bu kötü fikir ve edinimlerine olanca varlığıyla karşı koyuyorlar. Çünkü kadındaki öz yaşam gerçekliği, topluma zarar verebilecek her şeye karşı mücadele yürütebilecek kadar zinde ve vicdanlıdır. Bu da kadınları, yaşamı karartan ve bunaltan sisteme, karşıt ve alternatif bir sistem yaratma eylemine daha yakın kılmaktadır. Kadındaki özün, yaşamın gerçek anlamı olduğunu her seferinde daha net bir şekilde fark edebiliyoruz. Bir defa kadınlar yaşamın özü olan ahlak için gerekli olan tüm verilere sahiptir. Buna göre vicdan, adalet, paylaşım, korunma içgüdüsü, sevgi, şefkat, sorumluluk bilinci, uyum, sadakat, vb. özellikler her zaman kadında mevcuttur. Örneğin cehennem azabından hep korkmuş, ürkmüş ve bundan uzaklaşmak için her şeyi yapmıştır. Öyle egemenlikli erkek aklı gibi (bu akıl örgütlenmişse) birbirine veya bütün topluma cehennem azabı yaşatmaya gönlü asla elvermez. Çünkü bu eğilim yaşam dışılıktır. Kadın bir sevgi mabedi gibidir. İçine giren ve bu merkezin etkisi altında olan herkes bu sevgiden nasibini almaktadır. Bu haliyle kadın etrafına pozitif bir enerji verir. Bu enerjiden ise herkes bir dirhem canlılık alır. Kadınlar bir iş yaptıklarında bunu kendilerini güvence altına almak için yapmazlar, toplumsal güvenceyi sağlamak için yaparlar. Ve kazanımlarını büyük bir minnetle içinde yaşadıkları toplumla paylaşırlar.
Kuşkusuz bu belirtilen durumlar kadının öz kimliğine aittir. Tabii mevcut haliyle sisteme teslim olmuş, kapitalist yaşama özenen, sistemden medet uman kadınla öz yaşam yaratılamaz. Onun için kendi kimliğini sahiplenen, Xwebûn çizgisinde yol almış, kendisine ait ve aynı zamanda topluma ait olan kadınlar için bunlar geçerlidir. Bu yüzden kadının, özünde olan bu insani ve güzel yanları yitirmediğine inanıyoruz. Doğal toplum özellikleri kadının cevherinde somutluk kazanıyor. Ve bunlar yaşama anlam katan, yaşamı çekici kılan özelliklerdir. Bu özellikler yaşamı uğruna ölecek kadar çok seven kahramanları yaratır. “Anlamlı bir yaşamın ve büyük bir eylemin sahibi olmak istiyorum” diyen efsanevi kişilikler geliştirir.
Yaşam kadın eliyle şekillendiğinden, yaşama vazgeçilmez bağlarla sarılı olan yine kadınlar olmaktadır. Her şey aleyhinde olsa da, karşısında tezat ve fesat durumlar cereyan etse de, hiçbir şey kadının bu gerçeğini değiştirmeyecektir. Çünkü yaşam kadının üretken çocuğudur. Ve çocuk eriştikçe yaşam daha bir güzelleşir ve serpilir. Onun için yaşam kadında anlam bulmuş ve kadınla kopmaz bir bağ oluşturmuştur. Kadındaki bu kopmaz bağ tüm toplumu bir arada tutar, bütünlük ve birlik sağlar.
Bir de kadının bu özüne özgürlük eğilimi damıtıldığında her şey çok daha başka olacaktır. Kadının öncülüğündeki yaşam oldukça (tabii sadece birilerinin yaşamı değil) özgürlük de baştan sona varlığını koruyacak ve yaşamı hep ileriye götürecek, yüceltecektir. Yaşam o zaman özgürlük bahçesi gibi güllük gülistanlık olacaktır. Kadının özgürlüğe herkesten daha fazla ihtiyaç duyduğu ve özgürlüğe susamış olduğunu biliyoruz. Bu bile kadının özgürlüğün elinden tutması için kendi başına yeterli bir nedendir. Artık egemenlikli yaklaşımlara boyun eden kadınlar gittikçe azalıyor. Evdeki, devletteki, işyerindeki, yetkideki tüm iktidarlar hep kadının düşürülmüşlüğü üzerinden yükselir. Toplumu yok eden bu iktidara karşı kadın iradesinin yükselmesini ve yücelmesini düşünelim. İşte o zaman erkek egemenliğine ait bütün şatafatlı, şaşaalı iktidarlar yok olacak, topluma zarar veren yönetimlerin hepsi alaşağı olacaktır. Kadınlar yaşamın gerçek sahibi olduklarında yücelecek ve yücelen kadın karşısında egemenlikli sistem çökecek, altüst olacaktır.
Unutmayalım ki yaşamın anlamı ancak yaşamasını bilmekle anlaşılır. Ve her daim yaşatmakla anlamı hissedilir. Şu anda dağlarda, ülkede ve bütün dünyada yaşam kadının yaratıcı elleriyle şekillenmeyi bekliyor. Onun için bir kere daha tekrarlıyorum; “Jin jîyan azadî!”
Beritan CUDÎ