HABER MERKEZİ
Yaşamın nasıllığı, insanın özgürlüğünün temel ölçütüdür. Yaşam, salt dünyaya gelmiş olmak değildir. Dünyaya geldiği için yaşamak durumunda olmaktan öte bir anlam taşımalıdır yaşam. İnsan yaşamının en anlamlı zamanlarının yaşandığı Ortadoğu’da, Mezopotamya’da yaşamın katledilişi, temel bir mücadele gerekçesidir. Mücadelemiz boyunca tüm zorluklara, acılara, geriliklere ve bu geriliklerle mücadelelere, tasfiye girişimlerine, düşman saldırılarına, ağır şahadetlere rağmen her dönemin sloganlarında özgürlük kavramının olması, yaşamın özgür yaşanmasının bir zorunluluk olduğu gerçeğinden kaynağını almaktadır. Yaşam olacaksa özgür olacaktır. Yaşamak, özgür yaşamaktır. Evrenin gerçeğinde bu vardır. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan bu gerçeği “Evrenin amacı neredeyse özgürlüktür diyesim geliyor” şeklinde çok doğal ve derin bir ifadeyle bizlere iletmektedir. Evrenin amacı olan özgürlük, bir bütün evreni dolduracak kadar büyüktür. Ve özgürlük karşıtı edimler, durumlar, savaşlar ya da düşünce-davranış biçimleri, evrenin bütününe ters düştüğü kadar yaşam kavramıyla da tezat teşkil etmektedirler. Bu anlamda yaşam tanımı, doğru yaşam tanımı özgürlükle iç içe gelişmektedir.
Bugün yaşam adına yaşama ihanet ediyorsa insanlık, ilk başta yapmamız gereken kendimizi bu ihanet durumundan kurtarmaktır. Yanlış hayat doğru yaşanmıyorsa, doğru yaşam tanımına ulaşmak, özgür yaşamanın başlangıcını oluşturacaktır. Özgürlük kavramı dile geldiğinde kadınların hatırlanması, kavramın direkt kadın kimliğini çağrıştırması anlamlı olduğu kadar bizlere büyük sorumluluklar yükleyen niteliktedir. Çünkü kadınların özgürlüğü, toplumun özgürlüğüdür. Bu anlamda kim olduğumuz ve nasıl özgür yaşayacağımız sorularına anlamlı cevaplar vererek sözü edilen öncülük görevlerimizi yerine getirmek durumundayız.
Günümüz yaşamının doğal olmayan ve özgürlük aleyhine dengesini yitirmiş gerçekliği özgür birey olma mücadelesini her zamankinden daha fazla bir ihtiyaç olarak dayatmaktadır. Birey olma ve toplumla bağlarını doğru bir biçimde kurabilme çelişkisi uzun bir süreden beri gündemimizi işgal etmektedir. Zannedildiği gibi birey olmak toplumsallığın reddi anlamına gelmez. Kendi toplumundan kopan birey tek başına bir hiçtir. İçinde yaşadığımız çağ gerçekliğinde yaşanan bilimsel teknik gelişmeler bireyin dünyasını genişletmiş, zihniyetini daha bilimsel ve yaratıcı kılmıştır. Bugün sağlanan gelişmelerin yarattığı sorgulama düzeyi, doğru yaklaşılırsa özgür bireyin özgürlük lehine çalışmalar yapabileceği olanakları yaratmıştır. Ancak bu bilimsel ve teknik gelişmeler egemen bir ideolojinin elinde olduğundan kaynaklı ne bireyin ne de toplumun özgürleşmesini sağlamıştır. Aksine insanlar bu gelişmelerin esiri haline gelerek bilimcilikle bilimi din durumuna sokmuşlardır. Bilim tanrı olurken insanlar da ona bağımlı yaşayan kullar olmaktan kurtulamamışlardır. Bugün giderek yapay bir biçimde bireycilik şahlandırılmaktadır.
Bireycilik ve birey olmak birbirine karıştırılmamalıdır. Bireycilik egemen sistemin geliştirdiği bir özgürlük yanılsamasıdır. Egoizm, kendini tatmin etmenin, kendini yaşamanın, kendinden gayrisini düşünmemenin adıdır. Tahakkümcü sistem tarafından birey olmanın karşısına bireycilik tuzağı konulmaktadır. Birey olma arayışı anlamlı bir arayıştır ancak birey olma arayışını geliştirirken toplumu reddederek bu arayışa girişmek yanlıştır. Doğru olan özgür birey kimdir ve nasıl özgür birey olunur sorularıyla arayışa başlamaktır.
Özgür birey kendi zayıflıklarına, alışkanlıklarına yenilmeyen kişi demektir. Kişinin özgürlük düzeyini anlamak istiyorsak onun geri ideolojilerin dayattığı yaşam alışkanlıklarından kopuş düzeyine bakmalıyız. Geleneksel yaşam alışkanlıklarıyla savaşan, buna kendi yaşamında izin vermemek için çaba harcayan kişi özgürleşmeye yakın kişidir. Kendi duygularına, güdülerine, düşüncelerine özcesi kendine yenilmeyen kişi, kendindeki özgürlük eğilimini güçlendirir. En büyük zafer kişinin kendine karşı kazandığı zaferdir. Küçük ve basit bir örnek verecek olursak yaşamımızda görünen en basit alışkanlıklardan biri sigara içmektir. Özgür birey sigara karşısında asla yenilmez. Ancak her gün sigarayı bırakmaya karar vermeye rağmen yeniden sigaraya başlamak kendi alışkanlıklarına yenilmektir. Anlaşamadığımız bir arkadaşla tartışma kararı alıp ertesi gün yine daha rahat ilişkilendiğimiz bir arkadaşla ilişkilenmeyi tercih etmemiz de buna benzemektedir. Yine konuşurken bile örgütsüzlük yaptığımızı bildiğimiz halde konuşmamız, eğitime katılmaya karar verdiğimiz halde bunu gerçekleştiremememiz, zamanımızı artık boş geçirmemeye karar vermemize rağmen bu karara boş vermemiz, özgürlükle alakası olmayan ilişkilere bile bile ilgi duymamız… Daha sıralayabileceğimiz birçok şey, kendi duygularımıza geriliklerimize yenildiğimizin göstergesidir. Tabi buradan bunları yapmayanların özgürleştiği anlamı çıkarılmamalıdır. Ancak özgürlüğü kendimizden çok uzaklarda aramak ve soyutlaştırarak onu ulaşılmaz kılmaktan ziyade yaşamımızdaki basit günlük bazı kararlarla özgürlüğe bir adım daha yakınlaşabiliriz.
Özgür birey, özgür düşünüp karar verebilen ve kararlarına göre yaşayabilen özgür iradeli kişidir. Özgür düşünce ve özgür irade, duygularımızı, düşüncelerimizi, güdülerimizi hatta hücrelerimizi tahakküm altına almış ataerkil erkek sistemi dışında alternatif bir yaşam, özgür birey, özgür bir dünya yaratabilme düşüncesini ve iradesini geliştirmektir. Kendi öz kişiliğimizi irademizin, düşüncelerimizin yüreğimizin ve beynimizin parçalanmasıyla kaybettik. Bunları yeniden kazanabilmemizin yolu irademiz ve düşüncelerimizi özgürleştirerek etkileşim içerisine koymaktır. Erkek egemenlikli sistem geleneksel ağlarını örümcek ağları gibi her yere örerek nereye gitsek karşımıza çıkmaktadır. Cinsiyetçilik, bugün yaşamın her zerresine sinmiş ideolojik bir hegemonya aracıdır. Mülkiyet, aidiyet, egemenlik, kölelik mutlaka bir biçimiyle yaşamımızın içerisine sızmıştır. Özünde özgür iradeye sahip olmak kişiyi cendere altına koyan, özünü boğan bu tahakkümcü sisteme karşı mücadele etmektir. Kendi gücümüzün farkına varabilmek, kendimize ait olan duygu ve düşüncelerimizi yaşamsallaştırma savaşını vermek, bunu yaparken ötekinin farklılığını da tanımaktır. Özgür iradenin gelişmesi özgür düşünce ve özgür bilincin gelişmesiyle kişinin yüreğini ve beynini büyütmesiyle gerçekleşir. Özgür iradeli kişiliğe ulaşmak, tarihle doğru ve canlı bir etkileşim içerisine girmekle, kendini tarihin etkileyici bir gücü hissetmekle mümkündür. Yine insana, topluma, evrene, doğaya, kendine karşı sorumluluk bilinciyle yaklaşmak kişiyi iradeli kılmaktadır. İradeli olmak kendi başına buyruk olma, kural-kaide tanımama, ne düşünüyorsa onu söyleme ve yapma değildir. Bu bir yanılsamadır ve kişinin kendini kandırmasından öteye bir anlam ifade etmemektedir.
Özgür yaşamda teslim olan-teslim alan, bağımlılaşan-bağımlılaştıran, köle-egemen, ezen-ezilen ikilemlerine yer yoktur. Özgür yaşam kelimesini duymak bile insanın içinde heyecan yaratmaya yetmektedir. Unutulmamalıdır ki özgürlük hareketimizin ilk çıkışından itibaren nasıl yaşamalı sorunu her şeyin ötesinde tutulan ve öncelikle cevap olunması gereken hayati önemde bir sorundur. Kürdistan halkının yaşadıkları yaşamdan daha fazla ölüme yakın bir realite açığa çıkarmıştır. Tarihte ölümle en fazla iç içe olan halk, Kürdistan halkıdır. Bizlere her şeyden daha acil gerekli olan özgür birey ve özgür yaşamdır. Toplumsal olarak yaşanacak tüm gelişmeler öncelikle böyle bir zeminin yakalanmasına bağlıdır. Ancak bu zemin, nasıl yaşanacağının nüvelerini oluşturabilecektir.
Özgürlük hareketinin ortaya çıkış amacı yaşamın özgür geliştirilmesidir. Yaşam ve ilişki gerçeği tıkanan, oldukça büyük sorunlara yol açan, her şeyi cinsler arası ilişkilere bağlayan, sorunları kördüğüm durumuna getiren yaşam dışı anlayışların aşılması temel amaç olarak belirlenmiştir. Çıkış gerçeğinde özgür yaşam planı doğrultusunda yaşamına yön verme vardır. Ve bu gerçekte kendini bulan her bireyin de belirtilen özgür yaşam projesine bağlı bir şekilde özgür yaşamın nasıl geliştirilebileceğine dair bir planlaması olmalıdır. Özgür yaşama tutku düzeyinde bağlı olmak demek kişinin günübirlik, sıradan yaşamaması demektir. Kişinin her güne dair düşünsel, eylemsel, ruhsal yaşam planları olmalıdır. Özgür yaşam sorunu ancak özgür bireylerle çözümlenebilir. Geleneksel ve basit yaşam karşısında özgür yaşamı geliştirmek özgürlükçü çabalarla mümkündür. Geriliklere, basitliklere, bireyselliklere takılmamak yaşamı özgürleştirir. Özgür yaşam dıştan etkilenmelerle, bu yaşam anlayışının dıştan dayatılmasıyla kişinin kendi iradesinin dışında yaşanılamaz. Kişinin ruhuyla kendi iradesiyle özgür yaşamı savunması gerekir. Yaşama gösterilebilecek saygı onu özgürce yaşamaktır. Duygularına esir düşen, alışkanlıklarına yenilen, ruhunu satan, kolay bağlanan, kolay ilgi bekleyen kişi yaşama saygısızlık içerisindedir.
Unutmamak gerekir ki yaşamın nasıl yaşanması gerektiği sorunu kadın için daha hayati anlama sahip bir sorundur. Çünkü yaşam kadında bitirilmiş, kadınla bitirilmiştir. Kadının yaşam karşısında herhangi bir iddiası kalmamıştır. Erkek egemenlikli sistemle birlikte kadın sıradanlaşmaya, alçalmaya mahkum bırakılmıştır. Kadın kendisiyle birlikte tüm toplumu düşüren meta konumuna getirilmiştir. Kadına gösterilen bu yaklaşım özünde yaşamın özgürce yaşanmasına karşı geliştirilen saldırıdır. Bu yüzden yaşam yeniden yaratılmalı ve özgürlük ilkeleri temelinde yaşanmalıdır. Özgür yaşam, dengesizlikler statükosunun yıkıldığı, insanların farklılıklarının birbirini ezme gerekçesi değil de yaşamı zenginleştirme gerekçesi olduğu, özgürlük ilkeleri temelinde yaşamın yaşandığı, kadın eksenli etik duyarlılığa sahip ve ekolojik bir bakış açısıyla oluşturulan yaşamdır. Herkesin öncelikle kendine karşı saygılı olduğu bu yaşamda kişiler arasında sevgi ve saygı bağları da güçlüdür. Özel mülkiyetin, kölelik ve egemenlik ilişkilerinin aşıldığı yaşam tarzı içerisinde kişiler huzur içerisindedir. Böylesi bir yaşam yaşanılmaya değerdir, bunun dışındaki yaşamı yaşamak yaşama ihanettir. Yaşamın özgürlük temelinde yaşanmasından en fazla kendini sorumlu görmesi gerekenler, kadın özgürlük savunucularıdır. Kadınlar için yaşamı özgürlük ilkeleri temelinde yaşamak ekmek sudan daha değerlidir. Yaşam nasıl olursa ne biçimde yaşanırsa yaşansın anlayışı özgürlük arayışçılarına yakışmaz. Yaşanılacaksa bir yaşam özgürlük temelinde yaşanmalıdır. Özgürlük temelinde olmayacaksa yaşam olmamalıdır.
Dilzar Dîlok