HABER MERKEZİ
Ölüm…Sinsice bir yürüyüş gibi bahar gelmeden en alçak hali ile yol alıyor dağlarımızda. Bilinir; buralarda ölüm kadar yakın durmaz hiçbir şey, onun kadar düşmez basitliğe bu yolda. Buralara çıkmanın bir anlamı da onursuz bir yaşama karşı istenmiş, seçilmiş onurlu bir ölümdür. Onurlu yaşayanın onurlu ölümüdür istenen… Ama bazen ölümün kendisi öyle alçaklaşır öyle çirkefleşir ki; ölmek içinde ölüm gizlidir bu anda. Bu dağların civanları ölürken gülmeyi bilendir, gülmüştür her ölüme gittiğinde ve tilili’sini eksik etmemiştir son nefesinde. Ama öyle bir ölüm vardır ki; insan ölmemek için, ölümün o çirkef ve alçak kucağına düşmemek için tanrıdan yana bütün dualarını bir kerede tüketebilir. İşte bu ölümün içinde gizlediği lanetli ölümlerin adı; İHANET’tir.
Bu dağlarda ne gençler, ne yiğitler ve kahramanlar sonsuzluğa adım atmıştır erken yaşlarda. Ne çok yaşama tutkun ve sevdalı genç kızlarımız tilili’si dilinde vermiştir son nefesini. Hiç biri üzmemiştir, yıkmamıştır ve iç dağlamamıştır ihanet pususunda yitip gidenler kadar içimizi. Bakın tarihe, bakın Kürtlerin lanetli ezilmişliği ve biçare bezmişliğine, bakında görün hangi ölümler halen ağıtlarımızda bestelenir, en acı ninniler olup çocukları uyku tutmazken söylenir.
Bakın ey insanlar, bakında Yezdinşer’in ihaneti ile yıktığı özgürlük hayallerimizin, Beko’nun Kürt aşkına vurduğu kirli darbenin, halen içimizde bıraktıkları sıcak hançer kesiğinden sızan ihanet acısını görün. Yüreğimizin nasırlığı bu ölümlerdendir, bu alçaklıkların ağıtında akan göz yaşıdır Zap suyunun hiddetli akışı. Bir ülkenin iki gözünden sürekli akan göz yaşlarıdır Dicle ile Fırat’ın haritalardan damla damla akıp, menderesler çizip birikmesi kanın aktığı coğrafyalarda. Bu sonsuz bir çaresizlikte söylenecek bütün sözlerin bir avuç kan gibi yutkunması, düğümlenmesidir boğazda. Ey insanlık bakın, bakında görün ölümün Adem’den bu yana yüzüne taktığı en çirkin maskeyi!
Bak ey insanlık;
Yedi can…Yedi güzel yüzlü, güzel yürekli can. Yedi yüzüme çarpan tokat ve arkama saplanan hançer. Sırtımda yer kalmadı artık, sabrım kalmadı ihanetin çirkin yüzünü değdirmesi çiçek kokulu gençlerime. Yüreğim yaralıdır, burnumda pis bir kan kokusu, dilim en büyük yeminleri etmeye hazır, az kalmıştır evreni yerle bir edecek hırsın dilimden yüreğime düşmesine!
Yedi uykuya dalmış, kendi özgürlük kozalarında evrenin özgürlük savaşçılığını yapmanın huzuru içinde uyuyan yedi onurlu neferin, güzel yüreği ile insan vicdanının kendisini paraladığı, bakmaya, uyandırmaya bir insan yüreğinin elvermediği koca yürekli yedi onurlu insanın karanlığın, ihanetin rengini verdiği karanlığın üstlerine çökmesinde, atılmasında habersizce pis bir ölümün kucağına…Ey insanlık bak ve gör işte; hikayesidir bu Kürdün kaç bin yıldır tekerrür eden!
Ey İsa sen söyle! Yedi gencin uyurken mağarada, senin tanrın korumadı mı onları Roma’nın zulmünden! Kaç yüzyıl uyutup, kaç yüzyılı delip yaşatmadı mı zaman içinde akan öteki vakitlerde! Ey Muhammed sen söyle çokmu daha az kötü bu devlet Roma’dan, Asur’dan, Moğollardan! Neden kutsamadınız bizi de ötekiler gibi ve neden yedi güzel canı ihanet çukurunda yüzünü yıkamışların birer ihanet damlası olan mermilerinden korumadınız! Aynı mağaralara sığınmadılar mı onlar da, bir ahlaksız, vicdansız zulme karşı başkaldırı değimliydi iyilik, doğruluk ve özgürlük için! Her boyunda sarılı yılanı çiçeğe çeviren siz, neden o zehri etmediniz gül suyu ve dökmediniz o masum uykuda bir çocuk edasında uyuyan güzelim yüzlere? Eshab-ı Kehf dediniz, dirilttiniz yüzyıllar sonra, and olsun bizde dirilteceğiz onları bu dünya üzerinde son yaşayan canımıza kadar yüreklerimizde! Milyon kere üst üste anacağız yiğitliklerini, her çocuk şarkısında besteleyeceğiz tekrardan o nurlu yüzlerini!
Yedi parça yüreğim, yedi kelime dilim. Zihnimde resmolmuş, gökyüzüne her baktığımda düşen yedi yıldıza acıyor içim! Hangi zaman, hangi mekana sığınayım, hangi patikasında yol alayım ülkemin! Hangi yol beni götürür onlara, hangi güzellik erişir yüceliklerine, nasıl dokunur insan o nurlu yüzlerine! Siz söyleyin ihanet çemberinde bir kelebeğin kozasından ölümüne kadar olan bir günlük zaman bile çok görülmüş yedi açmak için baharı bekleyen çiçeğin kokusu nasıl çekilir bu çürümüş ciğere…Kaç ölüm utandırır insanı bu kadar, kaç ölüm bu kadar karanlığa verir rengini, lekesine bürünür bu kirliliğin!
Halbuki bahar gelecekti, on gün kalmıştı ateş yakıp etrafında halay çekmelerine. Şimdi onlarsız geçecek Newrozu ben neylerim? Ey o dağların güvercinleri, Ey benim güzel yürekli canlarım, özgürlüğümün savunucusu gerillalarım; siz söyleyin! Bu Newroz onlara döktüğümüz göz yaşlarında sönmeyecek kadar büyük ateşler görecekmidir? Onlarsız, onların başını tutamadığı halaylarda özgürlüğün türküsü nasıl söylenecektir? Zagros nasıl çiçek açacak bu sefer? Kardelenler Mikail’e küs, bahar en kırgın gelişlerinde. Sen söyle benim güneşim; zehirlenmiş beyinlerin ve yüreklerin sahibi çirkin ve kirli insanların daha ne kadar can alacaklar böyle? …Ah benim yedi uyuyanım! Siz hep o uykudaki masumluğunuz, durgun ve dinginliğinizle kalacaksınız hatırımda! Siz özgürlüğün yeni bir gün doğumuna ramak kalmış kozalarınızda barışı yüreğinizde mayalarken olduğunuz gibi kalacaksınız yüreğimde.
Siz benim her Newroz ateşinde yüzünü özgürlük ateşlerinin aydınlığında seyre dalacağım yedi onurlu duruş ve umut, çiçek, yıldız, çocuk, nefer, şahin ve güvercin olarak kalacaksınız! Yarın sizi izlemek için yakacağım ateşi tutuşturmak için yedi kibrit cebimde bekliyor olacağım baharın sizin sıcaklığınızda beni kucaklamasını…
BEHZAT, BOTAN SERHAT, SERHAD ARTOS, BİLAL ZAĞROS, HÜNER ZEREBAR, SİPAN SASON, RÊBER BORAN ARKADAŞLARIN ANISINA…ANILARI ÖNÜNDE SAYGI İLE EĞİLİYORUM….