HABER MERKEZİ
Dünyada ve Türkiye’de yerel yönetimlere biçilen rol klasik anlamda, ulus devlet sınırları içinde kalarak, merkezi devlete, devletin hiyerarşik yapılanmasına ve yine devletin zihniyet yaklaşımına göre yerel temsiliyetin sağlanmasıdır. Merkezi devlet sınırları içinde verili yaklaşımı geliştiren, muhafaza eden yerel yönetim anlayışı topluma ve toplumsallığa mesafeli duruşu ve yaklaşımı yeniden üreterek, statükonun yereldeki ayaklarını örerek iktidarcı anlayışın toplumun tüm hücrelerine sirayet etmesinin rolünü üstlenmişlerdir. Yerel yönetimler bu temelde ulus devlet sistemi içinde belediyecilikte somutlaşmaktadır. Belediye ise salt klasik hizmetlerin yürütüldüğü bir kurum olarak görülmekte, toplumun diğer kesimlerine ve sorunlarına dair söz dahi geliştirmemektedir. “Yerel demokrasi”, “yatay toplumsal yönetim” gibi yaklaşımlarla demokrasi ölçülerinin liberalleşmesi, dolayısıyla da toplumdan arındırılmış, “devlet demokrasisinin” inşası ile topluma ait öz değerlerin tüketilip “bireycilik” ölçülerinin ikame edilmesi rolü de yine yerel yönetimlerce üstlenilmiş durumdadır. Çoğu zaman toplumun temel bileşenleri yerel yönetimlerce dışlanmakta, merkezi devletin iktidar alanları ölçü olarak belirlenmektedir. Toplumun ekoloji sorunu, demokrasi sorunu, çocuk politikaları, engelli politikaları, kültür politikaları özellikle de kadın politikaları, yerel yönetimlerce dışlanmakta hatta yok sayılmaktadır.
Modern kentlerin, devletli uygarlığın merkezi olması, bu merkezlerde büyük toplumsal sorunların ortaya çıkmasını beraberinde getirmiş, sanayileşme ile birlikte makine kentler, toplumsallığın yerine ikame edilmiştir. Hal böyle olunca kent yönetimleri yani yerel yönetimler de makineleşen yaşamın belli bir standarda kavuşturulması ve bu kentlerin yaşam kurallarının belirleyicisi olma misyonunu üstlenmiştir.
Modernizmin yerel yönetim modeli, toplumsal eşitlikçi sistemin örgütlendirilmesinde alternatif yaklaşımların geliştirilmesini engelleyerek, merkezi otoritenin ölçüleri içinde liberal tarzı toplumsal sorunlara çözüm olarak sunmuş, toplumsallığın yok edilme çabasının arka planını oluşturmuştur. Demokratik ölçülerde yerel yönetimlerin toplumun öz örgütlülüğünü-öz yönetimini ifade eden yaklaşımın somutlaşmış biçimi olması gerekirken ulus devlet anlayışı içinde, ulus-devletin liberal yaklaşımını aşan toplumu devletli sistemin kurallarına bağlayan bir yönetim biçimini esas almıştır.
Demokratik yerel yönetim anlayışı ise, demokrasi ve toplumsallıkla olan bağı nedeniyle katı, değişim karşıtı tutuculuk sergilemez. Canlıdır, hareketlidir, demokratik değişim ve dönüşüm kabiliyetindedir. Toplumsal yaşamın demokratik ölçülerde düzenlenmesi amacında olduğu için de toplumun tüm sorunlarına dair çözüm gücüdür.
Toplumcu-özgürlükçü yerel yönetimler, toplumun doğrudan kendi yönetsel sistemini kurmasıdır. Merkezi devletin kaynaklarının ve yetkilerinin bir kısmını yerel yönetimlere aktarması, özgürlükçü bir yerel yönetim ifadesi olamaz. Yerel yönetimlerin özgürlükçü oluşu radikal demokrasi ölçülerinin pratikleştirilmesi ve toplumsal sistem içinde kadın özgürlükçü yaklaşımın geliştirilmesi ile olur.
Yerel yönetimler iktidar, saygınlık, rant alanları olmadığı gibi zihniyet sorunlarının, mülkiyet ilişkilerinin, cinsler arası ilişkilerin, etik, ahlaki, politik ve ekonomik sorunların çözümleneceği alanlardır. Demokratik yerel yönetimlerin amacına uygun bir modele kavuşması, özgürlükleri özellikle doğayı ve toplumun yarısını oluşturan kadını, göz ardı etmemesi ile mümkündür. Salt anlayışsal ve paradigmasal değil, tüm çalışma alanlarını, mekanizmalarını, ilişkilenmelerini, belirtilen üç temel yaklaşım üzerinden yürütmesi demokratik yerel yönetimlerin sorumluluğundadır.
Bir toplumun karakteri ve yaşayış biçiminin tespiti bu temel ilişkilenme biçimleri ile açığa çıkar. İnsanın insan ile ilişkilenmesinin demokratik ilişkilenme çerçevesinde oluşu, insanın doğa ile ilişkilenmesinin, ekolojik temelde olması, erkeğin kadın ile ilişkilenmesinin kadın özgürlükçü çizgide olması, özgürlükçü topluma denk düşer. Özellikle de kadın özgürlükçü yaklaşımın kurumsallaşması, sisteme kavuşması, kolektif ilişkilenme ve karar süreçlerinde pratikleşmesi dolayısıyla da toplumsal yaşamın özgür eş ilişkileri çerçevesinde yeniden inşa edilmesi toplumcu yerel yönetimlerin özgürlükçü karakterini ve uygulamasını yansıtacaktır.
“Eş yaşamın bir toplumsal inşa olduğunu iyi bilmek gerekir. Bu yaşam eril ve dişil kişiler arasında gerçekleşmez, inşa edilmiş toplumsal kadınlık ve erkeklik arasında gerçekleştirilir. Hegemonik inşanın her iki cinsi sakat bıraktığı, aralarındaki ilişkinin bundan etkilendiği ve hegemonik ilişki olarak yansıdığı iyi bilinmelidir.” belirlemesi sorunun iki insan arasında dürtüsel ve duygusal temelde ilişkilenmeyi aşan toplumsal kapsamda bir sorun olduğunu net olarak ortaya koymaktadır. Ancak eş yaşam dendiğinde ya da erkek için kadının yaşamda anlamı denildiğinde zihinlerdeki ilk biçimlenme aile ilişkileri ya da duygusal ilişkiler üzerinden gelişmektedir. Kadının, erkekteki biçimi, eş, anne, bacı, sevgilli, vb. Güdü, aitlik ilişkisi, tahakküme dayanan ve adına da “aşk” ya da “aile” denen verili toplumun algılarda ve yaşamda yarattığı somut birlikteliktir. Erkeğin merkeze oturtulduğu bu ilişki biçimi, kendini iktidar ve tahakküm hatta mülkiyetine alma şeklinde somutlaştırmaktadır. Bu ilişkide erkeğin rolü mutlak iktidar sahibi, hiyerarşide en üste ve tek karar verici, kadın, doğa, çocuk üzerinde tahakküm kurabilen, iktidarının “selameti” için meşru, zor kullanma yetkisi olan, dolayısıyla da devlet olarak kendini kurumsallaştırandır. Kadın ise eve kap- atılan, toplumsal yaşamın bütün alanlarından soyutlanan, bir erkeğin sunduğu olanaklar ile sınırlandırılan, erkeğin “karısı”,”sevgilisi”,”bacısı” gibi rolleri taşıyandır.
Egemen, eril-devlet tarafından toplumsal ilişkiler, deforme edilerek optimal denge, kadın aleyhine erkek lehine değiştirilmiştir. Kadın “özel” alana kapatılırken, “kamu” adına kurulan yaşam “erkek” üzerinden tariflenmiştir. Toplumun yarısının yok sayıldığı, yaşamda kurumsal şekillenmenin “teklik” üzerinden kurgulandığı, iktidara dayalı tahakkümcü ve gaspçı anlayış adeta yaşamı parçalamıştır. Kamusal yaşamın teklik üzerinden şekillenişi modernitenin kurumlarını da şekillendirmiştir. Ayrım derinleşerek kadının toplumla bağı zayıflatılmıştır.“ Zaten toplumda ‘özel’ ve ‘kamusal’ alan ayrımına gitmek modernitenin bir çarpıtmasıdır. Asli toplumda bu tür bir ayrımın anlamı yoktur. Doğru olan, temel ve belirleyici ilişki biçimleridir.’’ Bu tespit, özel alanın modernite çarpıtması olduğunu net olarak ifade etmektedir. Bu ilişki tarzını, bu yaklaşımla gelişen kadın-erkek birlikteliğini “özgür” “eş” ilişkilenmesi olarak görmek mümkün değildir. Aile, arkadaş ilişkileri, toplumsal ekonomi alanı, demokratik yerel yönetimler alanı ve benzeri tüm yaşam alanlarında yaşamı güzelleştirmenin, üretmenin demokratikleştirmenin ana dili eş yaşam ilişkileridir. Eş yaşam, eş temsiliyet, eşbaşkanlık toplumun teklik üzerinden şekillenmesine karşı, alternatif bir modeldir.
Özellikle siyaset alanı uzun yıllar boyunca neredeyse tek renk üzerinden yürütülmüş, toplum yönetimi yaşamın yarısı yok sayılarak gerçekleştirilmiştir. Toplum sadece analitik yaklaşımla siyahlaşmış, canlılığını yitirmiştir. Toplumun kendi yönetimi olan, yerel yönetimler de “mini iktidar adacıklarına” dönüşmüş, “toplumsuz” yönetim biçimi geliştirilmiştir. Dolayısıyla eş yönetim yaklaşımı ile toplumsuz yönetim anlayışının aşılıp, toplumun söz sahibi olduğu yönetim biçiminin geliştirilmesi mümkündür. Demokratik yerel yönetimlerle birlikte, kadının tekrar buluştuğu onlarca toplumsal alan oluşmuştur. Tabi ki şekli, basit bir mekanizma oluşturma ya da kaba haliyle sayısal bir buluşmadan söz etmek, erkek egemen yaklaşımın gölgelenmesini, mevcudunu korumasını beraberinde getirir bu da tehlikeli bir modernite oyununun örtük olarak topluma yedirilmesi sonucunu doğurur. Toplumsal yaşam içine dahil olan ideolojik, sosyal, siyasal, toplumsal, ekonomik vb. tüm alanları, demokratik toplumsallığı geliştirmenin mücadele mevziileri olarak değerlendirmek gerekir. Yerel yönetimlerin bütün alanlarında, birçok il, ilçe ve beldede, belediye eş başkanı, meclis üyesi, muhtar olarak seçilen, seçilmişlik misyonu kazanan kadınlar, bu yerellerin tarihlerinde ilk defa kadınların temsilini sağlamışlardır. Hatta bazı belediye binalarına kadınlar, belediyenin kuruluşundan itibaren ilk defa ayak basmışlardır.
Demokratik yerel yönetim perspektifini anlamak ve kadın yaklaşımı ile anlam kazandırıp, tekliğe karşı alternatif yönetim sistemine dönüştürmek ilk “ayak basmayı” özü ile buluşturur.
Teklik ile geliştirilen yönetim sistemi, toplumsallığı dışladığı gibi kolektif aklı ve yönetim tarzını da dışlamıştır. Merkezi devlet yönetiminin, yerel yönetimde, toplum yönetiminde hatta aile yönetiminde, tek karar verici olarak konumlanması tesadüf değildir. Devleti başkan, belediyeyi başkan, aileyi de hala erkek-baba yönetir. Bu yönetici kesim dışında sözünü söyleyen iradesini beyan eden bir kesimden söz etmek mümkün değildir. Bu yönlü girişimlerde bulunanlar devlet nezdinde “terörist”, belediye nezdinde “karşı taraf ”, ailede ise “toplum terbiyesinden uzak” olarak nitelendirilir, iyi gözle bakılmaz. Başkan, aile reisi, muhtar gibi mevkiler direk erkek ile tanımlanır. Dolayısıyla bu yapının karar mekanizmalarının aldıkları kararların eksik, duygusu kirli, aklını kötülük üretme ile tanımlamak abartı olmayacaktır. Demokratik yönetimin özü kolektif akıldır.
Kolektifleşmeyen akıl, körelir, kirlenir, kötülük üretir. Yaşamın nasıl ki bin bir rengi ve anlamı varsa, yönetim de bin bir akıl ile güzelliği, iyiliği ve toplumun özgürlüğünü üretir. Demokratik yerel yönetimler yaşam alanlarının inşasında eş yaşam ilkelerini esas almalıdır. Ancak sistemi tanıyorum deyip alternatif mekanizmasını oluşturmayıp, kurumsallaşmasını eksik bırakmak iyi niyetli bir yaklaşımın tarihsel toplumdan ayrı düşünülmesi
olur ki sistemin inşasında negatif etki yaratır.
Demokratik yerel yönetim sistemimiz; tekçi, merkeziyetçi zihniyet ve kurumlaşmaları aşamada önemli bir rol oynayacaktır. Toplumun özü olan kendi yönetimini yaratma gücü, pratikleşen sistemle açığa çıkacaktır. Toplumun demokratikleştirilmesi, örgütlendirilmesi ve iktidar zeminlerini küçülterek eşitlikçi, katılımcı ve demokratik bir yönetimin oluşturulmasıyla sağlanabilir. Doğal toplumun özünü, demokratik zihniyetin ve toplumsal sistemin geliştirilmesinde stratejik yaklaşımla ele almak, toplumsal değişim ve dönüşümdeki yerini tanımlamak ve buna göre kalıcı bir örgütlenmeye kavuşturmak, demokratik toplum yönetimini yaratmanın güvencesi olarak değerlendirilmelidir. Bunun için temel ilkelerin doğru anlaşılması, pratiklere kavuşturulması gerekmektedir.
Temel ilke zihniyet ortaklaşması ve sistemin öncelikle zihniyette oturtulmasıdır. Zihniyette ortaklaşma uygulamanın yarısından fazlasıdır. Demokratik yerel yönetim sisteminin zihniyetini bilmek, bilince çıkarmakla pratiğe geçirilebilir. Bilince çıkarılmış sistem zihniyeti, özgür kadını ve özgür erkeği yaratmanın ve demokratik ahlaki toplumu oluşturmanın mihenk taşıdır. Özü kaçırıp tali yaklaşımların içinde boğulmak, iktidarcı yaklaşımın hiyerarşik yapılanmasının çelişkileri içinde dönüp durmaktan fazlası olmayacaktır.
Basit, tali, ahlakımıza, mücadelemize, ilkelerimize ters olan anlayışlar yeni sistemin inşasına direnç göstermek, kolektif zihniyeti boşa çıkarmaktır. Aynı zamanda erkek egemen zihniyet anlayışını yaşatmanın başka bir ifadesidir. Demokratik yönetim zihniyet ortaklaşmasını yaşamsallaştırma yerine sıradan, birbirini yıpratan, basit hususları takıntı haline getiren, halkı unutarak toplumun gerisinde kalan, geleneksel ve egemen anlayışlarla özgürlük temelinde ilişkilenmek mümkün değildir. Zihniyet devrimi olmadan hiçbir devrim gerçekleşemez. Çünkü zihniyet devrimi, toplumu özgür, eşit ve demokratik yönetmenin kurumudur.
Elbette ki erkeğin bin yıllardır tekeline aldığı, kamu adına iktidar olduğu alanlara “bir sana bir bana anlayışı” ile yaklaşmak tam da iktidarcı anlayışın çekmek istediği zihniyete tekabül eder. Mesele iktidar alanlarına ortak olmak, iktidar alanlarını paylaşmak değildir. Belki de en temel yanılgıyı bu noktada yaşıyoruz. Erkeğin iktidar ile kirlettiği alanları, kaba eşitlikçi yaklaşım ile paylaşma amacında olmanın erkeğe benzeşme olduğunu bilmek gerekiyor. Aynı tarz ve yöntemle halka yaklaşmak, kurumsal ilişkileri hiyerarşik geliştirmek, şekilsel görünürlüğü esas almak, iktidarcı yaklaşımın kurbanı olmaktır. Yönetime teklik üzerinden getirilen eleştiri karşısında, “kadın ile çokluk yarattık” demek, kadın varlığını salt nicel olarak ele almak yeni bir erkek zihniyeti perdelemesidir. Erkeğin iktidar adacıklarına ortak olmaya çalışmak yerine, iktidarı değişime tabii tutup kolektif yaşamın örülmesine öncülük etmek, kadın sisteminin temel yaklaşımı olarak ele alınmalıdır.
Kadın ve erkeğin bütünlüklü olarak kimliğine, benliğine, iradesine, modernist sistem tarafından müdahale edilmiş, kadın ve erkek gerçeği parçalanmış, düşürülmüş ve köleleştirilmiştir. Dolayısıyla kadın ve erkeğin, kendini demokratikleşme, özgürleştirme mücadelesini radikal ölçülerde yürütmesi gerekmektedir. Ölçülerde yaşanacak eksiklik, esneme ve kayma mücadele zeminini yeniden zayıflatacak, geleneksel iktidarcı anlayışın zeminlerini güçlendirecektir. Yerel yönetim alanı, özgürlük ölçülerine ulaşılması için yürütülen mücadelenin en yoğun yaşandığı zemindir. Ortak yönetim gücünü gösterme, ortak yaşam iradesini açığa çıkarma, özgürlük ölçüleri ile kendini donatma kararlılığı eşit katılımlı bir zihniyetin, gücün yansıması, ortaklaşmasıdır. Kadın ve erkekte özgürlük ve demokrasi ölçülerinde açığa çıkan çizgi ve birlikte yaşam iradesi, özgürlük çizgisinin toplumsallaşmasıdır. Yapılacak her çalışma, yürütülecek her tartışma, mücadeleye dair yöntem zenginliği, özgür kadın kimliğinin toplumsal adı olacaktır.
Yerel yönetimlerin temel bileşeni belediyeler, çoğunlukla rant, yolsuzluk gibi toplum karşıtı tarz ve yöntemle anılıp halka ait kaynaklar heba edilmektedir. Komünal ekonomi yerine para ile karşılanan ekonomik yaklaşım benimsenip, üretimden kopuk ekonomi ile toplumsal ekonomi talan edilmektedir. Oysa ki komünal yaşam incelik ister, özgürlükçü estetik dilin konuşulacağı bir kültür ister, dolayısıyla kadının yaşama estetik ve ince yaklaşımının olmadığı yönetim, kibirli, kaba ve küfürlü olur, hile, rant ve gizlilikte ifadesini bulur. Bunun içindir ki yaşamın dilli, kadının kendisidir, şeffaf ve denetlenebilirdir. Yönetim mekanizmalarının özgürlük temellinde, kimsenin bir birinin hakkını ihmal etmeyecek şekilde hukuksal, tüzüksel bir forma kavuşturulup, erkek egemen zihniyet ile mücadelenin yükseltilmesi , belki de yakın zamanda eşit, özgür toplumun eş yaşam ölçülerinde inşasını getirecektir.
Hediye Karaaslan