HABER MERKEZİ
Faşizm ideolojisi yaygın bir kabul olarak, kurucusu Benito Mussolin’i sayılıp İtalyan filozof Giovanni Gentile’nin Mussolini’den etkilenerek 1920’ler de yayınlanan birçok kitapla ilkeleri belirlenmiş bir siyasi doktrin olarak kabul edilse de aslında geçmişi çok öncelere dayanmaktadır. Özü itibariyle 20.yy’da ilkeleri temelinde daha sistematik bir hal aldığı doğrudur. Ama her türlü fanatizm temelinde vahşeti yüceltmenin adı olan bu ideolojinin tarihi kökeni antik çağlara, Sparta’ya ve doğal toplumun sonu ile devletçi zihniyetin başlangıcına kadar uzanmaktadır. Kavramın kökeni Antik Roma yöneticilerinin geniş hükümet yetkisini sembolize eden ucunda balta bulunan bir çubuk demetinin adı olan Latince ‘fasces’ sözcüğünden gelmektedir. Günümüzde 2. Dünya savaşında açığa çıktığı biçimiyle bu kavram; sadece ırk temelli bir soykırımı değil dini, cinsi, ekolojik gerçeği yok sayan, baskılayan ve inkâr temelli ortadan kaldırmayı da hedefleyen geniş bir soykırımı ifade etmek içinde kullanılmaktadır.
Faşizmin en önemli özelliği toplumsal ve kurumsal yaşamın her alanında teklik zihniyetini temel kabul etmesidir. Yaşamın her alanını tek tipleştirme ve bunu da toplumun tüm kesimlerine kabul ettirme asıl amacını oluşturmaktadır. Bu amacını gerçekleştirme noktasında karşılaştığı engelleri ortadan kaldırmak için her yolu mubah gören bir anlayışı vardır. Bu nedenle her alandaki; siyasi, fiziki ve kültürel soykırım ile bu soykırımları gerçekleştirme araçlarını hiç çekinmeden kullanır. Bunu yaparken mümkün olduğunca propaganda silahının her aracını kullanarak toplumun tüm kesimlerini de yaptığı soykırıma ortak yapmaya çalışır. Bunun en çarpıcı ve yakın tarihsel örneği 2. Dünya savaşı sırasında Almanya’daki Nazi rejimi ve onun lideri Adolf Hitler’in Yahudi ve toplumun diğer bazı kesimleri üzerinde uyguladığı soykırıma Alman halkının toplumsal desteğidir.
Peki, Faşizm ideolojisi Nazi Almanya’sı, İtalyan Faşist rejimi ve diğer bazı faşist iktidarların 2. Dünya savaşıyla birlikte yenilmesi ardından ortadan kalktı mı? Maalesef hayır… İtalya, Almanya ve İspanya gibi ülkeler şahsında ortaya çıkan Faşizmi toplumsal yaşamın her alanında üreten Kapitalist Modernist sistemin kusmuğu olma gerçeğidir. Bu soykırım zihniyetinin yaşadığımız 21.yy’da toplumsal kanserleşmeyi geliştirerek insanlığa küresel anlamda köleliği derinleştirip sistematize olduğunu söyleyebiliriz. Faşizm zihniyeti evrimsel bir gelişmeyi yaşayarak daha da ince yöntemler kullanarak kendisini çağın koşullarına göre yenilemiştir. Artık gelinen aşamada insanlık klasik faşizmi aşan ve daha tehlikeli bir Neo-Faşizm gerçeğiyle karşı karşıyadır. İnsanlık maalesef Faşizmin lanetinden kurtulmuş değildir.
Çağımızın Neo-Faşist saldırılarına en çok maruz kalanlar, toplumsal anlamda kendi alternatif demokratik sistemlerini kurmak isteyen kesimler ve özgürlük mücadelelerini sürdürmekte kararlı olan halklardır. Bu özgürlükçü halklar; özgürlükte, eşitlikte ve radikal demokraside ısrar ettikçe ulus-devlet geleneğini sürdürmekte kararlı olan iktidarlar da Neo-Faşizmi daha fazla bir yöntem olarak kullanma ihtiyacı duyuyorlar. Hatta etnik bir anlayışa dayalı bir Faşizm anlayışı tıkanarak iflas ettiğinde çağın koşullarına göre yerini dine dayalı bir faşist anlayışa bırakabiliyor. Ya da hem dini hem de ırki ideolojik motifleri kullanarak sentezlemesinden oluşan Neo-Faşist anlayışa doğru bir evrimin yaşanması gerçekleşebiliyor. Burada bahsettiğimiz toplumun dini duygularını sömürme temelinde dinin iktidar çıkarlarına alet edilmesidir.
Günümüzde hem dini hem de ırki düşünsel sentezin oluşturduğu Türk-İslam ideolojisinin Neo-Faşist zihniyetin örneğini Türkiye’de 8 yıldan fazladır iktidar olan AKP hükümeti oluşturmaktadır. TC’nin kuruluşundan 2002’ye kadar sadece etnik Türkçülük ağırlıklı faşist bir hegemonya gerçekliği söz konusuydu. Bu Hegemonik sürecin soykırım uygulamalarına en fazla maruz kalanda Kürt halkıdır. Kürt halkının PKK öncülüğünde 35 yılı aşkındır yürüttüğü özgürlük mücadelesinin sonucu bu beyaz Türkçülüğe dayalı faşist soykırım hegemonyası yerini Türk-İslam sentezinden oluşan Yeşil Türkçü Faşizme bıraktı. 8 yıldan fazladır da Cumhuriyetin kuruluşuyla başlatılan Kürtleri soykırım projesi bu yeşil faşizmle başarılmak isteniyor. Yani AKP şahsında Faşist Hegemonik sistem kendisini yenileyerek çağın koşullarına göre uyarladı. AKP, Türk devletinin kuruluş felsefesinin gereklerinden olan Kürt soykırımını yeniden canlandırıp sonuca götürme projesini yüklediği misyonla hareket ediyor.
Yeşil Türkçü Faşizmin sistematik olarak geliştirilmesi, 1945-90 arasındaki soğuk savaş döneminde ABD’nin öncülüğünü yaptığı ve gelişen Sosyalizm dalgasının önünü kesmek için geliştirilen yeşil kuşak projesine dayanır. Yani Yeşil faşist ideoloji öyle kendiliğinden ve öz dinamiklerine dayalı gelişen bir akım değildir. Bu ideoloji, Türkiye’de Türk-İslam sentezi biçiminde kendisini bir formasyona kavuşturdu. ABD’nin Florida eyaletindeki Kontrgerilla ve anti-komünist merkezlerde Küresel kapitalist güçlerce mayalandı.
Bu örgütleme hızla 60’lı yıllardan sonra kendisini Türkiye’ye taşırarak Komünizmle mücadele dernekleri biçiminde devlet destekli bir örgütlülüğe kavuşturdu. Gülen cemaatinin liderinin bu derneklerden birinin başı olduğu birçok kesim tarafından da biliniyor. Aynı zamanda bugün TC Başbakanı olan Tayip Erdoğan’ın aynı anlayışı temsil eden Türk Milli Talebe Birliği geleneğinden geldiği de diğer önemli bir ayrıntıdır. 12 Eylül askeri cuntası da en çok bu Yeşil Türkçü faşist ideolojiye yaradı. Bu cemaat tipi örgütlemenin güçlenmesi için devletin tüm imkânları Cunta lideri Evren tarafından seferber edildi.
Yeşil Türkçü eğilimin en büyük Hegemonik hamlesi 2002’den sonradır. Tam olarak devlet içindeki inisiyatifi ele alıp devletin stratejik kurumlarında kendisini hâkim kılma sürecide 2007 sonrasıdır. Kendisine iktidar rantından faydalanma imkanının sağlanması da Kürt Özgürlük Hareketini tasfiye etme karşılığında gerçekleşmiştir. Dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt ile Erdoğan arasındaki Dolmabahçe görüşmesi Yeşil Türkçü hegemonyanın gelişmesinde tarihsel bir role sahiptir. O görüşmede AKP ve ordu arasında Kürt özgürlük hareketinin tasfiye edilerek Kürt soykırımının başarıya götürülmesi noktasında tarihi bir uzlaşma yapıldı. AKP hükümetinin Kürt sorununa yaklaşımındaki tasfiye ve soykırım politikalarındaki keskinleşme bu uzlaşmadan sonra daha da artmıştır.
AKP, Yeşil Türkçü faşist zihniyetiyle kendisinden önce yapılmak istenip te yapılamayanı başarmak istiyor. Kaba, fiziki soykırım yöntemleri yerine takkiye yaparak Kürt halkının temiz dini duygularını sömürerek kandırmak istiyor. Kürt halkının büyük bedeller pahasına yarattığı değerleri devlete yedekleyip Kürt soykırımına hizmet etme temelinde kullanmak istiyor. Kürt halkının siyasal birliğini özel savaş yöntemleriyle hedefleyerek böl, parçala, tasfiye et taktiğini kullanıyor. Çünkü örgütsüz, öz dinamiklerine dayalı iradi birliği olmayan bir toplum kendisini her türlü kullanılmaya açık hale getiriyor.
Bunun içinde yoğun bir çaba sergileyerek Kürtlerin siyasal birliğini bozmak için her türlü psikolojik savaş yöntemini deniyor. Sanki Kürt siyasal hareketi içerisinde farklı eğilimler varmış gibi bir atmosfer yaratarak siyasal anlamda bir iradi parçalanma yaratmak istiyor. Kürt demokratik mücadelesi içerisindeki bazı yöneticilerin kimi zaman yargı terörüyle tehdit edip baskılayarak, kimi zaman da aşırı gündemleştirerek yıpratmak istemesi bundan geliyor. Kürt demokratik hareketi içerisinde sanki çelişki varmış gibi yansıtarak ta Kürt halkının morali düşürülmek isteniyor.
Erdoğan hükümeti her ne kadar biçimde Kürt sorununu tanıdığını ve çözmek istediğini söylese de Özgürlük hareketinin kendi çözümünü inşa etmesi karşısındaki çaresizlikten dolayı gerçek niyetini açıklamaya mecbur kalıyor. Diyarbakır’daki Demokratik Özerklik Çalıştayı sonrası açıklanan devletle ya da devletsiz kendi çözümünü adım adım örme tutumuna karşı AKP ve Türk devletinin zayıflığından, çaresizliğinden gelen saldırganlaşma giderek daha çok öne çıkıyor. Hatta AKP hükümetinin içte yaşadığı Kürt halkının iradesini tasfiyeye dayanan ve özenle sakladığı Yeşil Türkçü-Faşist zihniyetini son süreçte görüldüğü gibi özellikle vurgulama ihtiyacı görüyor.
Türkiye Başbakanı Tayip Erdoğan’ın meclisteki bütçe görüşmelerinde hiç alakası olmadığı halde Almanya ve İtalyan Faşist rejimlerinden esinlenmiş tek dil, tek bayrak, tek millet, tek devlet sloganını tekrarlayarak Kürt sorununa yaklaşımındaki Yeşil Türkçü Faşist zihniyetini bir kez daha hem de mecliste ilan ediyor. Niçin böyle bir açıklamaya meclis gibi bir yerde farklı bir gündem maddesi görüşülürken ihtiyaç duyduğu Erdoğan’ın Kürt sorununa yaklaşımının anlaşılması açısından oldukça önemlidir.
Erdoğan mecliste böyle bir dönemde konuşmak istediği için konuşmamıştır. Konuşmak mecburiyetinde kalmıştır. Meclisteki konuşmasıyla Erdoğan’ın kepi düşerek kelinin görünmesi misali gerçek yüzü herkes tarafından görülmüştür. Kürt sorunun Demokratik Özerklik çözüm modeli çerçevesinde yoğun tartışıldığı bir süreçte tartışmaların önünü, Yeşil Faşist-Türkçü zihniyetini bir kez daha ilan ederek kesmek istemiştir.
AKP hükümeti neden özellikle de mecliste Kürt sorununun ve onun en gerçekçi çözüm modeli olan Demokratik özerkliğin basında, kamuoyunda yoğun tartışıldığı hatta gündemin esas belirleneni olduğu bir süreçte böyle bir açıklama yapma gereği duymuştur? Tam anlamıyla Demokratik Özerk’e savaş ilan ederek kriminalize-terörize etmek istemiştir. Bu durum Kürt sorununu çözme noktasında tasfiyeden başka hiçbir projesi olmayan zavallılaşan bir başbakanın ruh halini yansıtmaktadır. Kürt halkı kendi Demokratik Özerklik inşasında öyle bir aşamaya gelmiş ve Kürt sorununun çözümü kendisini o denli dayatır duruma gelmiştir ki mevcut iktidarların artık bilinçaltındakilerle konuşması gerçekleşiyor. Özce bu da bir ülkenin başbakanı olunmasına rağmen Kürt sorunu gibi stratejik bir sorunda devre dışı kalmanın, işlevsizleşmenin yarattığı kendi kendini vurma biçimdir.