HABER MERKEZİ – Yiğitlik kavramını da zaman zaman ele aldık, gittikçe bu konuyu da açma gereğini duyuyoruz. Yiğitlik, kahramanlık ve mertlik, her ne kadar bir moral ve ahlaki kavram gibi ele alınsa da, bizde çok ciddi bir siyasal kavram haline gelmiştir.
Bir de bir halk kahramanlığı seviyesine çıkarttığımız PKK’nin pratiği, temelde eşine ender rastlanan bir kahramanlık örneğidir. Aynı zamanda yiğitlik ve mertlik pratiğidir. PKK’deki yiğitlik, olağan ve herkesin cesaret edip sergileyebileceği bir yiğitlik değildir. Onu insanlık tarihinde yerli yerine oturtmaya çalışıyoruz ve inanıyoruz ki, PKK’de şahlanan yiğitlik insanın yeteneklerinin azami ifadesidir. İnsan soyunun amansız bir baskı gücüne, hatta doğa amansızlığına karşı günümüz ölçülerinde olsun, hatta tarihte ortaya çıkarılan, somutlaştırılan insan eyleminde olsun, sergilediği fedakârlık ve cesaret, ancak kahramanlık tabiriyle değerlendirilebilir. Bundan aşağısı kesinlikle gerçekçi değildir. Bir çok nedenden dolayı bu böyledir.
Bir halkın yüzlerce yıl her şeyiyle tarih sahnesi dışına itilmesi ve günümüze doğru geldiğimizde bu uçurumun kapatılmasının neredeyse olanaksız görüldüğü gerçeği vardı. Bu olanaksızlığın halkın neredeyse bütün fertlerince bir kader olarak kanıksandığı biliniyor. Sanki bunun sonuçlarından kurtulmanın imkansız olduğu biçiminde bir genel yargıya ulaşıldığı biliniyor. “Biz kimiz, kimlik ne, özgürlük ne” sorularını bile sormayan, hatta bu kavramların adını bile diline almaya cesaret edemeyen bir halk gerçekliği söz konusudur. Herkesin adeta vebadan kaçar gibi, kendi gerçeğinden kaçtığı bir halk gerçekliğin de, ulusal kurtuluş için savaşmaya cesaret etmek, açık ki kahramanlığın en büyüğüdür. Düşmanın her gün “yaklaşırsanız yanarsınız, geçmişinize bakın, başınıza gelecek olanları kestirin. Uçaklarımız, tanklarımız vardır, sizin neyiniz var? İttifaklarımız vardır, paramız, her şeyimiz vardır. Siz yoksulluktan başka nesiniz?” diyerek nispetsiz bir konumda olduğunu sürekli haykırdığı bir durum söz konusudur. Hakkın hukukun yanında, mazlumun yanında yer alması gerekenlerin itibar bile göstermediği, “var mısın, yok musun, nasılsın, yardıma ihtiyacın var mıdır” demeyi bile aklına getirmediği bir dönemde ve koşullarda yaşayan bir halk gerçekliği söz konusu. Böylesi koşullarda “cep delik cepken delik” misali, kendimizi bir çobana bile kabul ettirmekte çok zorlandığımız, nereye gidersek kapıların yüzümüze kapandığı durumlar vardı. Her şeye rağmen biz, en para etmez meslek olarak ulusal kurtuluş doğrultusuna girmeyi yeğledik.
Çok açıkça hepiniz görüyorsunuz ki, büyük bir cesaret ve fedakârlıktır. Bunun için olağanüstü bir gayret ister. Eğer bir çılgın kendini yitirmemişse, bu işe girişmek zorundadır, çünkü bu aynı zamanda büyük bir bilinç işidir. Hem de kimsenin aklına getirmeyeceği kadar büyük bir bilinç işidir. Bu bilinci edinmek için bile, en azından bir o kadar cesaret ve çaba gerekir. Böylesine bir yola yönelmek, kahramanlıktan başka bir anlama gelmez. Böylesine bir dönemin, bir halkın milyonlarcasının cesaret edebileceği, dolayısıyla omuzlayabileceği ağır bir davayı, bir şehit adayının omuzlaması, ordulara karşı savaşan bir halkın ancak direnebileceği bir konumu, bir şehidin düşman ordularına karşı yaşaması, tamı tamına kahramanlık kavramına girer.
Bu dönemlere halkların tarihinde ender rastlanır bir örnek verirsek; Yunanistan’da, ilk çağlarda, bir “kahramanlık çağı”ndan bahsedilir. O ilk çağlarda bunun anlamı, uygarlığa ilk adımı atmadır. İnsanın doğa güçlerinin esiri olmaktan çıkıp, yine her türlü rastlantıya bağlı toplum gücü haline gelmenin sancılarını yaşadığı bir dönemde, insanlığın uygarlığın şafak vaktinde bir doğuş yapmaya yöneldiği bir aşamada, elbetteki atılan bütün insanlık adımları kahramanca olur. Dolayısıyla bu çağa da “kahramanlık çağı” adı verilir. Bunun yansıması günümüze kadar gelen heykellerde, edebi eserlerde, insan dimağını* daha o zaman meşgul etmiş felsefi sorunlarda, dinsel yaklaşımlarda, hatta denilebilir ki, temel uygarlık kavramlarına ulaşmada kendisini göstermektedir. Bu insanlık tarihinde büyük bir adımdır. Bütün insanlığın gelişmesinde etkili olmuştur, dolayısıyla kahramancadır.
İslamiyet’in de ilk doğuşunda buna benzer kahramanlıklar vardır. Hz. Muhammed kendini zorbela Mekke’den Medine’ye atmıştır. Eğer bir gün daha fazla Mekke’de kalsa, aslında saldırı ile karşılaşacak, komploya uğrayıp gidecek. Hatta yoldayken dinlendiği mağara bile basılır. Mağaradadır, ama ihtimal vermezler. Bu kadar ucuz kurtulur. Ama daha sonraki yıllarda ordularının üç kıtaya yayılmasını düşünün. Başlangıçta Medine’de yapılan ilk eylem Bedir Savaşı’dır. Aslında bizim bugünkü militanlarımızdan bile fazla ileri olmayan ve zorbela derlenen bir kaç kılıç kuşanmış, fakat saldırı ruhuyla dopdolu bir kaç kişiyle başarılır. O zamanın yerleşik çıkar sahipleri olan tüccar kesiminin bir kervanının, Medine yakınlarından geçtiği haber alınır ve saldırılır. Bu ilk soygun eylemidir. Kervan vurulur, ganimet İslamiyet adına kamulaştırılır. İslamiyet ilk defa bir maddi güce kavuşur ve bir zaferin verdiği heyecanla, Mekke’den çıkışın yarattığı gerginlik, yerini güvene bırakır. Bu ayetlere, surelere konu olur. Olayın özü böyledir. Daha sonraki gazveler* bundan cesaret alınarak geliştirilir. On yıllık gibi kısa bir sürede, dönemin en güçlü imparatorlukları olan Bizans ve Sassani İmparatorlukları’na “gelin İslamiyet’e girin” çağırısı yapılır.
Bizim bırakın impatorluk sahibini, biriki belediye başkanını bile çağrıyla çekmekte ne kadar yetersiz kaldığımızı görürsek, imparatorlukları boyun eğmeye davet etmenin ne kadar büyük bir olay olduğunu da anlarız. Kaldı ki, daveti kabul etmezse, arkasından İslam’ın kılıcı gösterilir. Bu sefer “ya İslamiyet’i kabul edeceksiniz, ya da ‘vurun kafire” denilir ve üzerine saldırılır. İslam devrimi zorla dayatılır. Bu dönem de bir kahramanlık dönemidir. Hepinizin cenkler biçiminde azçok aşina olduğunuz savaş sahnelerinin hepsinde geçerli olan kahramanlıktır. Eski cahiliye çağından, Arabistan çölünden, bütün insanlığı etkileyecek ve uygarlığı bir adım daha ileriye götürecek büyük bir çağın temeli atılıyor. Dolayısıyla eylemcileri çok ataktır. Değil böyle bizim gibi aylarca tartışmak, öze sarılışları daha da heybetlidir. Bir ‘kafir’in üzerine gittiklerinde, “ya kelimei şahadet getirirsin, Müslüman olursun, ya da kılıçla doğrarım seni” derler. Kaç militanımız bu tarzda ‘gavur’u ‘Müslümanlaştır’dı. Bir kafirlik durumu yaşanıyor.
Büyük zindan şehitleri, dağlarda en amansız koşullarda son nefeslerini direnişle geçirenler, bütün yaşamın eski düzeniyle ilişkilerini bir çırpıda kopartanlar, benlik davasını bir çırpıda yerle bir edenler kahramanlara özgü bir yaklaşımın sahipleridirler. Bize böylesine bir yaklaşım gerekli midir? Nedenlerini ortaya koyduk. Bütünüyle yönelmeniz gereken kahramanca bir atılımın sahibi olmaktır.
Tarihin benzer konumunu yaşayan, bütün çağlarında ve bu çağların çözümleyici önder güçlerinde, onların çıktığı halklarda çözüm kahramanca olmuştur, başlatılmıştır ve etkileri de yüzyılları almıştır. Bizim için böyle bir çağdan bahsedebilir miyiz? Kesinlikle bahsedebiliriz. Halkımız, kendi tarihine ilk defa proletarya ve ulusal kurtuluş hareketleri çağında, mutlaka bin yıllık köleliği ile hesaplaşarak, kahramanca bir atılımının sahibi olmalıdır. Devrim teorisinin ister günümüz devrimleri, ister tarihsel bütün devrimlerden çıkarılacak biricik sonuç; konumu böyle olan bir halkın, kahramanca adımları atmaya cesaret etmeden, bir halk kahramanlığı dönemini yaşamadan asla özgür olmayacağıdır. Bizim gibi bir halkın durumu söz konusu olduğunda, bu daha da geçerlidir. Böyle bir dönem yaşanmazsa, halkın kendini tarih sahnesinden tamamen tasfiye olmaktan kurtarması asla mümkün olamaz, tasfiye kaçınılmaz olur.
Halk kahramanlarını hemen sağlamak çok çeşitli nedenlerden ötürü mümkün olmadığına göre, halkın kahramanlığını bir avuç öncüde temsil etmenin kahramanlığa yol açacağı, kahramanlık isteyeceği de bu denli anlaşılırdır. Halk ayağa kalkmakta zorlanıyor, bilinci yok, silahı yok, yol göstereni yok. Mutlaka birileri silahını bileyip halkın önünde fırlayacaktır.
İlk savaşlar, öncü kolun savaşlarıdır. Türkler bile Anadolu’yu istila ederken, onlarca yıla sığan öncü savaş kollarıyla, avcı birlikleriyle bir çok köyü ve kenti düşürdüler. “Ganimettir” dediler, “İslamiyet adınadır” dediler, ama aslında kendi aşiret, kabile ve hanedan çıkarları için, hatta ulusal çıkarları için yaptılar. Yüzyılları bulan bir ganimettir bu. Halen de kalıntıları vardır. Fırsat bulunursa, herhangi bir yerde bu talancılık uygulanır ve onlar da bu dönemlerini kahramanlık olarak değerlendirirler. Haksızlık temelinde de olsa, başka bir halkın tasfiyesi temelinde de olsa, gerçekten kahramanca bir atılımla yapmışlardır. Buna kahramanlık mı denir, vahşet mi denir bu ayrı bir konudur. Daha çok şu anlamda bir kahramanlık içerir; eskiyi aşan bir toplumsal düzenlenişi dayatıyorlar. Daha İslamiyet’in bir ilerleme etkeni olduğunu dönemi, çok sınırlı da olsa kullanıyorlar. Battal Gazi ve öyle bir sürü menkıbe vardır. Bu, dönemin Bizans Anadolusu’nda, Bizans kapılarını açmaya kadar ortaya fırlayan yiğitliklere verilen addır. Gazi denir, ama bu ifade edilmek istenilir. Daha sonra bu çapulculuğa dönüştürmüştür. Kahramanlık adı altında her türlü çapulculuğa, her türlü haksızlığa ve katliamcılığa dönüşmüştür. Bir Hitler’e kimse kahraman diyemez. O en büyük vahşidir. Kahramanlığı, bu vahşi saldırılardan ayırt etmek gerekir. Kahramanlık her zaman daha ileri olanı daha eski olana, daha ileri bir düzeni daha eski bir düzene, o düzeni aştırmada, işe öncü kol düzeyinde, bir öncünün, bir keşif birliğinin mutlaka koşturulması gerektiği anda olsun, yürütülen savaş, tamamen bu nitelikte bir savaştır.
Dolayısıyla halkımızın adına bir öncü grubun, bütün tarihsel örneklerde görüldüğü gibi, büyük bir faşistgerici güce karşı ve aynı zamanda halkın tamamen bir tarih dışına itilme tehlikesinin yaşandığı bir dönemde, buna karşı ileriye fırlaması büyük bir kahramanlık olayıdır. Dolayısıyla PKK militanlığının, sıradan benzeri ülkelerde rastlanılan bir militanlık olmayacağı gibi, tarihi kapsamı ve halkının yaşadığı güncel gerçeği dikkate alındığında, kahramanlık seviyesinde yaşanması gereken bir militanlıktır.
Kahramanların savaşım tarzı, sıradan askerlerin savaşımından ayrıdır. Hatta sıradan partizanların savaşımında da ayrıdır. Bunu da görmek gerekir. Cesaret gösterilmeyi ister, hamle yapmayı ister, dehşet salmayı ister. Büyük doğruluğun sahibi olmayı ister, söz ve eylemin iç içeliğini ister. Kolay kolay aldanmayan, değil kendini aylarca uğraştıran, kötürüm kılan, düşkünlüğü semtine bile yaklaştırmayan bir tavrın sahibi olmasını ister. Görkemlidir, olgundur. Bütün sözlerinde, attığı bütün adımlarda bir heybet vardır. Öğretici bir ilham vardır. Her şey ile savaşan bir silahtır. Büyük zulüm düzenini, ilk kılıç darbeleriyle sarsacaktır. Bundan başka türlü olmasının da imkanı yoktur. Vahşi ormanlarda, azgın canavarlarla savaşan bir yol açıcıdır. Önü tehlikelerle dolu, uçurumlarla dolu bir yolda, düşmeden, arkasındaki halkı düşürtmeden, hedefine sağlam ulaştırancaya kadar öncü savaşlarını başarıyla vermesi gereken biridir. Kesinlikle bizim için şimdiye kadar olduğu gibi, halen içinde yaşadığımız sürecin kahramanlara özgü bir savaşımın verilmesi gerektiğini çok açıkça ortaya çıkarıyor. Sıradan bir savaşçılığı kendimize yakıştıramayacağımız, salt bir asker gibi savaşımla yetinemeceğimizi, bütün yönleriyle, duyguda ve düşüncede, Parti yaşamında ve kutsal insani yaşamda, bir halkı yüreğinde ve beyninde hem yaşatan, hem savaştıran biri olma anlamına gelir.
Savaşçı yeteneklerimizi, kahramanların savaşçı yeteneklerine ulaştırma büyük önem taşıyor. Vuruş tarzımızı kahramanlığın vuruş tarzına dönüştürmeye büyük ihtiyaç vardır. Birliklerimizin oluşumunun kahramanlık ölçülerinde olmasının birey kadar önemi vardır. Öncü birlikler, kahramanca birlikler olacaklardır. Bundan aşağısının dayatılmasının dönemi zaferle kapattırmaya, halkın savaşımına, halkın kahramanlığına yol açmaya yetmeyeceğine bilerek, öncü birliğini kahramanlar birliğine dönüştürme gereği vardır. Baştan günümüze kadar, bu temelde oluşan kahramanlara özgü bir savaşımı, militanlığı esas alarak, Parti hareketimizin bu nitelikli gelişmesini tamamen yaşamak, herhangi bir sıradan savaşçılıkla yetinmemek, tamemen halk kahramanlığına ulaşmak için, halkın ancak kendi büyük eylemiyle kendisine dayatılan yok olmayı kapatmasını sağlamak için, öncünün kahramanlaşmasını bütün yaşamımızda gözetmemiz gerekir. Bunu tehdit eden her türlü yetmezliği mahkûm etmemiz, savaşım tarzımızı sürekli yoğunlaşan vuruş tarzıyla karşılamamız gerekir. Herhangi bireysel bir marifetle değil de, halk savaşımımızın gücü ve olanakları ile yapabiliriz. Halk savaşımının bu evresini ve gerekelerini yerine getirmek zorundayız. Zorunlu bir evre olarak, kavrama başarımızın bu temelde sağlanacağını kesin bilmeliyiz ve böyle savaşan kahramanlar topluluğuna ulaşmak için hepimiz elimizden geleni yapmalıyız.