HABER MERKEZİ –
Oyunlar da oynardım ama, fazla değildi. Tek ayaklı oyun, aşık atma oyunu, biraz da güreş. Güreşe ne kadar zor kalktığımı, çok çekindiğimi, bir beraberliğin bile benim için ne kadar önemli olduğunu bu arada anlattım. Oyunlarda başa güreşmek gerektiğini hiçbir zaman aklımızdan çıkarmadık. Yani sıradan, arkada oyun oynamama benim diğer bir tarzımdı. Kızlarla da birlikte oynamak istediğimizi size söyledik. Hatta oynamaya çalıştığımız kızın, çok erken gelin olmasından yedi gün sonra, benim “gel seninle oynamaya devam edelim” deyişim var. Bizzat kadının böyle bir anısı da var. Ben hatırlamıyorum, o söylemiş, olabilir de.
İşte böyle bir çocukluk döneminden sonra burjuva toplumuna girişi anlattım size. Şehir toplumu, ortaokulu, lise, Nizip’te, Ankara’da ilginç bir gelişim. Duygu olarak giderek kendini bastıran, burjuvazi karşısında kendini fazla şanslı görmeyen biriydim. Yine faal birisi olduğum halde, son derece kendimi bastırıyorum. Ezher’den gelen arkadaşlara anlattığım gibi, giderek dine gömülme gereği duydum. Sanıyorum, dayatılan burjuva toplum değerleri karşısında ideolojik bir biçim olarak erkenden daha köydeyken bulduğum, kendimi içinde daha rahat ifade edebileceğim dini gerçeklik üzerine yoğunlaştım. İşte onların da okudukları büyük bir alimleri var sanıyorum. Seyyid Kutub’un bir kitabını o zaman yakalamıştım; din budur, tamamen yol diye, yaşam diye bildiğin budur biçiminde içine girdiğim bir süreç var. Bunun köyde de uzantıları var, çünkü köyde namaz kıldığımı hatırlıyorum.
Bu genç arkadaşlarımız eğer kendilerine güveniyorlarsa, beni biraz anlayıp izlemeleri gerekir. Çünkü bizim imam “sen bu hızla kesin uçarsın” diyordu. İşte uçuş daha sonra gerçekleşti. Uçuş devrimdir. Demek ki o hoca biraz kendi dini anlayışı anlamında da olsa tespit etmiş. Yani biz, burjuva toplumuna karşı kendimizi son derece koruduk. Bu herhalde iyi bir şey olmuştur. Çünkü burjuva değer yargıları beni istila etseydi, benim 1970’lerdeki devrimci sürece sağlıklı bir giriş yapmam mümkün olmayabilirdi. Görünüşte biraz muhafazakardım. Aslında son derece çelişkili bir durumu da yaşıyorum. Haram olmaması için her adımı ölçerek atıyorum. Harama karşı olağanüstü bir hassasiyetim var. Hatta köyümüzün bir imamı vardı. İsmi Ali Hocaydı. Düğün vardı ve düğünde bütün köy toplanmış oynuyorlardı. Ben ona sordum; “değil oynamak, Hoca, bu düğünü seyretmek günah mı, değil mi?” dedim. “Fazla günahı yok” deseydi bakmayacaktım. O kadar helal-haram ayrımını yaşamak istiyordum.
Daha sonraki süreç de biraz öyleydi. Burjuva değer yargılarının saldırılarına karşı kendimizi koruduk. Bazı ilkeler etrafında kendimizi savunmaya çalıştık. Sonuçta hem burada değer yargılarına çözümleme temelinde girişme, hem dini değer yargılarını bırakma demeyeyim de, devrimci aşamaya çok çelişkili bir biçimde de olsa taşırma cesaretini kendimde gördüm. Sene 1969-70’ti. Bu yepyeni bir adım ve içine girilen dönem oluyordu. Kendime göre biraz hazırlıklıydım aslında. Özellikle burjuva toplumu değer yargılarına o dönem devrimcilerinin baktığı temelde bakmamak konusunda kendimi oldukça şartlandırmışım, örgütlüyüm. Dinin artık bana verebileceğini almışım ve gerisini gereksiz buluyorum. Bunu artık yeni bir yaşam temelinde aşmak istiyorum.
Bu ne demektir? Bu yeni bir yaşam için baş kaldırmak ve yol almak demektir. İşte neyi okuyorsak, bu bize gereklidir biçiminde bir yerlere topluyoruz. Gerekli olmayanlarını ayırt ediyoruz. Bu da 1970’lerin başlarından itibaren PKK’nin ideolojik çizgisi oluyor. O zaman sadece birkaç genellemedir. Ancak günümüze doğru gelindiğinde yaşama kavuşacaktır. 1973’lerde biz grubu başlattığımızda birkaç kelimeyle başlatıyoruz. Ve ben beş-altı yıl sadece bu birkaç doğrunun savaşçısıyım. İdeolojik bir savaşçıyım. Başka bir şey düşünmüyorum. Bundan da çıkarmanız gereken sonuçlar var. İdeolojik savaşçı olduğunuz zaman, sadece doğruları söyleyeceksiniz ve örgütleyeceksiniz. Mesela benim o yıllarım hiçbir şeyi görmeyecek kadar bir saflıkla ve keskinlikle, ideolojik doğruları amansız tekrarlamakla ve gruplaştırmakla geçti. Başka hiçbir şey ne aklıma gelebilir, ne de ilgimi çekebilirdi. Çekse de, hep ona hizmet ettirecek bir biçimde yer veriyordum. Devlet de olsa, ağa çocuğu da olsa, kim olursa olsun… Çünkü sosyal-şoven gruplar vardı, sağcı gruplar vardı, her tür insan vardı. Hepsini az-çok ideolojik temel amaçla bağlantılı bir biçimde geliştirdik. Sonuç olarak bizim grup biraz gelişti. İdeolojik ilkelerim biraz gruba bağlı oldu. İşte adına Kürdistan dediğimiz -ki, adı var kendisi yok veya kendisi var adı yok- yere gidelim dedik. Grup çar-naçar indiğinde, ağızlarının döndüğü kadar bir şeyler söylediler ve bu da oldu bir gelişme, adımızı PKK koyalım dedik.
Yine tamamen ideolojik, biraz siyasi ve artık yavaş yavaş tabancaların patladığı bir dönem. Dikkat edilirse bu da ciddi bir hazırlıktan sonra içine girilen yeni bir dönem. Biraz politika yapacaksın, biraz şiddet denilen olayın etkisini duyuracaksın. Zaten Haki gibi grubumuzun en değerli bir elemanını şehit vermişiz. Onun anıları, onun üzüntüsü, korkusu, gereklerinin nasıl yerine getirileceği endişesi, bizi bu 1980’lere doğru taşırıyor. Parti adını kullanalım dedik. Parti adını kullandıktan sonra nasıl partileşeceksin? İğneyle kuyu kazar gibi partileşme!
Tamamen duygu yanı ağır basan bir dönemdi dikkat edilirse. Dayanabilirsen, iradenle götüreceksin. PKK tarihinde bu ideolojik, politik, askeri gelişme süreçlerini iyi dinlediniz. Başlarken de, tanımlamada olduğu gibi, bu yücelme biçimlerinin kendi içlerinde uzun uzun incelenmesi gerekir. Bu dönemlerde duygu itibarıyla yaşadığımız nedir? Dikkat ederseniz burjuva toplumuna girdiğimizde, duygular donmuş, yok. Devrimci sürecin ideolojik-politik, hatta askeri aşamasında da öz duygularımızı artık istediğimiz gibi hayata geçiremeyeceğimizi gördük. Burjuva toplumu hiç fırsat vermiyor. Devrimci dönemin ideoloji ve siyasallaşma dönemi yine fırsat vermiyor. Aslında yaşamak istiyoruz, ama siyasal olacak.
Size 1975’lerdeki durumu anlattım. İşe bir kadınla başlamak istedik. İşte bir Kürt tipi, Kürtlüğe ilgi duyuyor. Kendini sol, sosyalist sayıyor. Yine oldukça tarih içinde anlamlı olan bir ailesel sosyal konum var. Hesap alıp vermek gerektiği açık. İyi bir buluşmadır diyerek başladık. Duygu yanı da hayli gelişkin olacak. Dikkat edilirse mükemmel bir eşleşme oluyor, dönemin ideolojik ve giderek partisel hamlesine uygundur.
Burada tekrar bir savaş yaşadık ki, hiçbir savaşa benzemez. Kendimizi oldukça korumaya çalıştığımız burjuva veya Kemalist egemen yaşam biçimi, onun burjuva öncüleri ve onun Kürdistani işbirlikçileri var. Kendimizi korumamıza rağmen, oldukça da tedbirli diye kendimizi hissetmemize rağmen, yine de karşılaştık. Geçmiş duygularımızın bizi bir kötü durumu düşürmesi miydi acaba? Veya bir duygular savaşına artık kendimizi hazır hissettiğimiz bir dönemin gereği midir? Salt bir siyasal amaç mı var burada? Yine grubu büyütmek için mi düşünüldü veya kendiliğinden mi gerçekleşti? Bütün bu etkenler rol oynayabilir? Burada mühim olan, biz bu işe başlarken böyle başladık.
Bu da çözümlemelerde epey anlatılmıştır. Tekrarlamaya hiç gerek görmüyorum. Bağlantı için vurgu yapıyorum. Özellikle kendilerinde kadın olayı karşısında veya kadınsa erkek olayı karşısında kendini tanımak isteyenlere, savaşı kötü kaybetmek istemeyenlere bunu hatırlatıyorum. Bu anlamda hiç birinizden üstün bir yanım yok. Kesinlikle, “ben melekten sayılırım, bütün ilgilerim, duygularım yücedir” demiyorum. Hayır, bunları söylemek, kendini aldatmaktır, yalandır. Ben sizlerden daha fazla duygu zavallısıydım. Belki siz benden daha yüce olabilirsiniz, ama bir şey var ki, hiç kimse de olmayan ama yalnız bende biraz varlığını sürdüren siyasal amaca biraz bağlı olmayı sürdürmektir. Bunu hiçbir zaman göz ardı etmedim. Şimdi benim bütün arkadaşlarım, o dönem itibarıyla kimisi siyasal amaçla, esasta savaştığı, kimisi ikinci planda bıraktı, kimisi unuttu. Ve delikanlılık duygusudur adı altında oldu bunlar.
Benim büyük farkım bundan sonra açılmaya başlar. Duyguda ben sizden daha basittim diyelim. Ama neden bu delikanlılığınızda siz, temel amacı bir anda çiğneyip güdülere teslim olmaktan tutalım gözü kara bir sevdaya kapılmaya kadar kendinizi kaybediyorsunuz. Ben bunları söylerken kendimi kesinlikle methetmiyorum. Ben de bir karasevdalıydım aslında. Kara sevdalılar zor yaşarlar biliyorsunuz. Fakat yaşadım. Nasıl yaşadığımı artık araştırmak gerekir.
İlginç bir kara sevdalı yaşamdır. Biraz farkı var tabii sizlerin yaşadığı tarzla. Bu epey büyük bir savaştı. Yani duyguların savaşını vermek çok önemli. Onun siyasetle bağlantısı var, giderek parti kuruyoruz, çok tarihi bir hamle içine giriyoruz. Bütün bunları kendi içinde ayarlamak ve esasta da halkın temel amacı olan özgürlük savaşımını ihmal etmemek, hatta ona herkesi, gerekirse duygularını da kurban etmek gerekir. Şimdi bu gücü göstermeye çalışıyorum, tabii müthiş ağırlaşıyor. Tam da bu noktada karşımdaki duygu yoldaşlığı yapması gerekenler, anlayışlı olması gerekenler, yanlış almaktan tutalım o duyguların içinde bitirmeye kadar her türlü gelişme olumsuzluk tarzında kendini gösteriyor.
Ben şimdiki gibi kimseye açıklayamam, çünkü günün deyişiyle “ayıptır” diye karşılanabilir belki. İçinizde böyleleri çok. Büyük bir iç savaş yaşıyorum. Klasik Kürt erkek anlayışı var. Şimdi biliyorsunuz ki, bir şeye bağlandı mı, ya zorla, ya bıçakla halletmek ister duygularının gereklerini. Hele bizim gibi biraz da Önderlik sevdası olan birisi, bu konuda kendini mutlaka halletmek zorunda, kolay boyun eğmemek zorunda. Açık bir savaş, temel amaç karşısında bitirir. Sabır gösterilecek mi? Biliyorsunuz, delikanlılıkta sabır zor iştir. Boyun eğmek de olmaz. Giderek duygu düşkünlüğüne gitmek hiç olamaz. İşte bu sürecin çetinliği böyledir. Sanıyorum çoğunuzun şimdi de yaşadığı durum budur. Benim anlatımıma ve yaşadıklarıma son derece dikkat etmelisiniz, eğer dayanma gücünüz varsa.
Ben çok açık söyleyeyim; çünkü günlük olarak içinizden çok ilginç örnekler çıkıyor. Belki de her tarafta, her savaş mevzimizde böyledir. Örnekler yüzlercedir. Burada bir-iki tane örnek çıktı diye hiç tekildir, istisnadır diye kendinizi aldatmayın. İzlenimlerime göre, hemen her sahada sizin bu yaş ortalamanızda veya süreç içinde şu anda işler son derece sıcak, çetrefilli ve dikkat edilmezse beni bile götürebilir. Burada biraz kendinize gelin yiğitseniz tabii, biraz benim tarzımla yaşama gücünüz varsa tabii.
Bu büyük bir savaş alanı. Öyle her yiğidin dayanabileceği bir savaş değildir. Hele sizin tarzınızla bu savaş hiç verilmez. Ben sizin durumunuza üzülüyorum. Siz nerede, savaşımız nerede? Belki ideolojik, askeri cepheyi ayırmıyorum. Ama kendi içinde bile bu alan savaşımında bana göre siz her türlü darlığı, yüzeyselliği, ikiyüzlülüğü ve her türlü gafleti, ihaneti eksik etmeyen bir yaklaşım içindesiniz. Çözemiyorsunuz, esas amaca bağlama yeteneğini gösteremiyorsunuz. İşte artistik olay dediğimiz yan burasıdır. Bu sanattır biliyorsunuz. Sanat da bir gerçeklikten, bir başka gelişmeyi bizzat yaratma eylemidir, yaratarak ele alma eylemidir. Burada sanatsal özelliği göstermede çok zorlanıyorsunuz. Nedir bu? Klasik Kürt gerçekliği söz konusu olduğunda birbirine girmiş kördüğümden devrimci çözümleniş, onun çok dar, ilkel zemininden çok daha gelişmiş bir zemine geçiş yapabilmektir.
Anlayabilmeniz için biraz açmam gerekiyor. Nedir bu dönemin duygu ilişkisi? Esas itibarıyla toplumumuzun tüm erkekleri, kadınları-kızlarına hakim olan karı-koca ilişkisi zaten en temel namus ilişkisidir. Koca olmazsa karı yaşayamaz, karı olmazsa koca… Yaşamın yüzde doksan gerçeği bu ilişki içindedir. Doğarken bu öğretilir, ölürken bununla baş mezar taşına konur. Bunun aşamaları var tabii. Mesela bir delikanlılık aşaması, genç kızlık aşaması, daha da kendini bitirme aşamaları olmuştur.
Burada özgürlük olayını, özgürlük olayında gelişmeyi anlamak gerekiyor. Zaten benim yaratıcı yanım varsa, sanırım o da biraz burada ortaya çıktı. Belki iyi bir mümin olarak da yaşamımı götürebilirdim. Çok sofu bir sosyalist olarak da kendimi taşırabilirdim. Ama ben bu biçimlere fazla yer vermedim. Özgürlüğün tam olması için, tüm insanları ve bu arada kadını da kapsamına alması için özen gösterdim. İnsanlık anlayışıma göre bütün ezilenler ve bu arada kadınlar da bu işe tam katılabilmeli bunlar da insan, neden bunların ağzı böyle tıkalı kalsın? Neden bunlar hep arkadan gelsinler? Neden erkekler hep önde? Bütün bunlar bende bir çelişki yarattı. Katılmalılar dedim. Ben kendimi sizin gibi fazla aldatmam veya “önce ben, sonra başkaları” demem. Benim yürüyüşüm her zaman yoldaşlık temelindedir. Öncülüğe inanırım, otoriteye inanırım. İster bir çoban gelsin, ister bir kadın, hatta bir çocuk veya yetmiş yaşında bir kişi gelsin, ne kadar otorite gücüm olsa da, onları yoldaşlık esprisi temelinde taşımaya, birlikte yürümeye büyük özen gösteririm.
Kimisi “biz kurumuş ağaç kütükleriyiz” diyordu, kimisi “yürüyemeyiz” diyordu. Kadınlar gülüyordu, beni çok iyi buluyorlardı belki ama, nasıl yürüyecekler, nasıl konuşacaklar, yıllarca kendi kendilerine gülüyorlardı. Çocuklar heyecanlanırlardı, “büyük bir abimiz var” diye. Ben de kendimi onlar için basamak yaptığım zaman, bu son derece etkileyici gelirdi. Yaşlılar içinde öyle. Yeni sözler söylediğimiz zaman, farklı olduğumuzu biraz gördüklerinde onlar da heyecana kapılıyorlardı.
Burada temel güdülerinize geliyorum yine. Namus olayıyla yoğrulmuş Kürt olayında, kendi ifadesini daha da iyi bulmuş güdülerin biçimlenmesi ve onun benim tarafımdan çözümlenmesi nasıl oldu sürekli anlatıyorum. Özellikle çözümlemelerde bu gittikçe daha da öne çıkıyor.
Kadını ele aldık, grup pratiğinde birlikte yer almak da istedik. Ama müthiş çıkıyor. Kendimi sakındığım ne kadar burjuva değer varsa, hepsi bu sefer tepeden kalbimin içinden beni yakalamaya çalışabilir. Etkilenmişim, bunun üstünde bir siyasi amacım var ve onların dayattığı siyasi amaç benimkini yutabilir. Etkileyicilik konusunda o daha fazla tecrübeli, örgütlü, hazırlıklı. Neyle yaşarsın? Fazla para dersen yok, karşı tarafta daha çok var. Güç desen karşı tarafta daha çok. Olduğu gibi boyun eğsen, Önderlik iddiasında olan birine, hatta bir erkeğe yakışmaz. Yalvarsan-yakarsan, bu da doğal olarak olmaz. Eşit olarak yürümek istesen, karşı taraf hakimiyet peşinde. Hem de basit bir köylü parçasını devleti içinde, sınıfı içinde, kendisi içinde mutlak kullanmak istiyor.
Kadındır, zayıf bir erkekte kendisini mutlak egemen kılmak istiyor. Belki de ezilmiş kadından egemen kadına yükselmek isterken benim gibi birisini müthiş kullanmak istiyor. Yani asırlık intikamlarını benim gibi bir fukara köylü kültürlü, yaşamı fazla kestiremeyen birisinde almak istiyor. “Buldum adamı, çok yönlü amaçlarıma alet edebilirim, egemen kadın amaçlarıma çok boyun eğdirilmiş bir erkek, yine siyasi amaçlarım ve devletim için bunu çok mükemmel kullanabilirim, çalıştırabilirim” diyor. Yine bir yaşam tarzı var. Ona da “çok iyi kullanabilirim” diye yaklaşıyor. Yani bende kendine göre epey amacına uygun yan buluyor. Ve hayli ilgi çekici olabileceğini düşünerek, bu temelde o da inceliyor.
Hiçbir kadın aslında böyle yaklaşmaz. Ne böyle bir erkek, böyle bir kadına yaklaşabilir, ne böyle bir kadın bir erkeğe yaklaşabilir. Ama ilginç temelde bir karşılaşma oldu. Başka bir erkek olsa çoktan bitirirdi. Zaten daha sonraki süreçte şu söylendi; merkezimizde, çevrede dört adam vardı, isimlerini söylemeyi gerekli bulmuyorum, onları “çantada keklik” diye tabir etmiş, “her tür özelliği belli, birisini istediğim gibi elde edip kullanmak için bir hafta yeter” diyordu. Bana da “yıllardır seni anlayamadım” diyordu. Durum şu; sizler kadın karşısında sadece birer lokum gibi gelirsiniz. Bir çok erkeğimizi anlıyorum.
Yavaş yavaş yaşadığınız hikayeye geleceğiz. Erkekliği kaba bir cinsellik biçiminde tatmin etmekle gerçekleştiremezsin. Bir öpüşle mi desem, yatakta şu veya bu numarayla da kesinlikle iyi bir erkek olduğunu kanıtlayamazsın veya iyi-güzel yaşadığını ispatlayamazsın. Şimdi bütün bunlar da işin ayrı yanları. Roman olsaydı, bunlar daha iyi işlenebilirdi, işlenmelidir de. Belki burası yeri değil ama, ben yine de söyleyeyim; yatak edebiyatını da iyi geliştirmeliyiz, cinsellik edebiyatını da müthiş anlatabilmeliyiz ki, bazıları gözü yaşlı, haince durumlara girmesinler. Çünkü her delikanlı veya kızımız, bu konularda aslında kendisini ilk eyleminde, ilk aşkında, ilk temasında bitirir. Bir öpme onun başını döndürür. Bir şu veya bu biçimdeki cinsellik onu belki de ya mezara götürür, ya yaşam buldurur diye göklere kaldırır. Bana göre ne odur, ne diğeri.
Bizim yaşadığımız deneyimde, kadın kendini milimi milimine satmaya çalışıyor veya kullanmaya, bizi satın almaya, düşürmeye çalışıyor. Kadın ve cinsiyet açıklamalarımızı biz bu amansız savaşımızda biraz daha iyi anladık. Bu nemenem şeydir ki, yaşamı, özellikle örgütsel yaşamı, korkunç bir biçimde çökertebiliyor. Ben örgütlenme için adeta iğneyle kuyu kazıyorum, o bir çırpıda arkamdan adeta örgütü çökertiyor. Siyasi süreçleri amansız bir biçimde tarihte ilk defa başlatıyorum, o arkadan bir çırpıda bitiriyor. Düşünüyorum, bu neyin karşılığı oluyor? Bunu sözüm ona sunacağı bir kadınlığa karşılık alıyor. Neyin kadınlığı bu? Sözüm ona ağız yapısından tutalım cinsi yapısına kadar, bir çok şeyi gözlüyorsun ki, bütün bunlar onun için birer silah! Kadının kendini örgütleme tarzı! Delikanlılar bunu iyi bilmeli ve tabii kızlar da erkekler de bazı şeyleri iyi bilmeli.
İşte benim buradaki durumum biraz da sizin gibi provokasyona gelmemektir. Kemal Pir ile Cu. arkadaşımız, “buna nasıl tahammül ediyor bizim yoldaşımız” diyorlar, “biz bunu hemen öldürelim, bu büyük hakarete hiçbir erkek dayanamaz” diyorlar. Bu, bir dönemin yargısıdır. Ama sonuçta “arkadaşımızın bir bildiği vardır, karışmayalım” diyorlar. Kendi aralarında tartışmışlar ve Kemal o büyük direnişinden sonra şehit düşerken, o kadının unutulmaması ve gerçeğinin mutlaka bilinmesi gerektiğini ve gerekirse cezalandırmaya gidilmesini istiyor. Ayrıntıları bilmiyorum, ama vasiyetinin önemli bir özelliği budur. Aslında sanıyor ki, o kanaldan muhtemelen yenileceğim. Ben tabii kendine göre çok değer verdiği bir yoldaşıyım. Kemal iyi savaşçıydı ve müthiş direndi, tabii benim de direneceğime ve başarabileceğime inancı çok yüksek, fakat o kadın yoluyla muhtemelen benim düşürüleceğimi veya o tehlike yüzünden benim başıma bir sorunun gelebileceğini düşünüyor ve orada onun unutulmaması gerektiğini söylüyor. Yerinde bir görüş, fakat ben de o kadar kolay yenilebilecek durumda değildim. Gerçi o da “bilir” diyor ama, yine de bunları belirtmekten geri kalmıyor.
Sanıyorum hikayeyi biraz daha iyi anlamaya başlıyorsunuz. Eğer varsa gücünüz inceleyin. Benim bu süreci aşağı-yukarı on yılı aşkın fiili olarak savaşla geçirmem var. Daha sonra da sürdü bu ve şimdiye kadar da devam ediyor. Tansu onun ikinci aşamasıdır. Hepsi birbiriyle bağlantılıdır. O da müthiş savaşıyor ve belki de direktifleri oradan alıyor. Zaten ikisini de esasta yürüten MİT’tir, kontr-gerilladır. Kontr gerilla için aynı tezgahta tümü dokunuyor. Zaman zaman birini öne sürüyor, diğerini bekletiyor. Ama temsil ettikleri değerler aynı. O da tüm Türkiye halkını sözüm ona “sarışın güzel” adı altında etkiliyor. Bu da parti içinde “esmer güzeli” adı altında etkilemek istiyordu. Birisi tüm Türkiye’yi ve birisi de tüm PKK’yi. Epey de tahribat birikiyordu. O açıdan görüyorsunuz, ikisi de bana karşı önderlik anlamında savaşıyorlar. Kimse bunu inkar edemez.
Şimdi gelelim parti içine. Dıştaki savaş sürüp gidecektir. Daha da iyi açıklanması için sanıyorum bu yaşadığınız örneklere müracaat edelim. Herhalde çoğunuzun da buna benzer yaşadıkları veya en azından gözlemledikleri gelişmeler olmuştur. Nedir o kadar etkilendiğiniz, heyecana kapıldığınız ve ciddi bir tehlike olarak gördüğünüz? Dediğim gibi, biraz tecrübeliyim ben ve bu tecrübeye dayanarak halen güçlüyüm. Ama partimizin, özellikle militanlarımızın yaşamları, bu duygu çözümlemelerinde tehlike altında. Dönüşmeyi tam bilemiyorlar. Dikkat edin, en yakın dönemde benim de etrafımda, yıllarca kendilerini biraz eğitmeye çalıştığımız iki şoför ve bazı bayanlar vardı. Çok hazin durumlara düştüler ve halen de ağlama-sızlamalar devam ediyor. İşin bu noktasında hayli karmaşıklık var.
Benim ilk yaşadığım örnek TC’yi patlatmaya götürdü. Parti ilanı oldu, gerilla gerçekleşti. Buna rağmen başarmak zorunda bıraktı bizi. Hikayesi dediğim gibi çok uzun. Duyguların siyasetle, örgütle bağlantısını iyi kurma, amaca bağlı kılma, varsa gücünüz dönüştürme kaçınılmaz olmalıdır. Dediğim gibi acılarınız, hakarete uğramışlığınız, duygularınız ne kadar haksızlığa uğrarsa uğrasın, ne kadar zorda kalırsanız kalın, kin, öfkeye provokasyona gelmeden, siyasi amaca ve askeri amaca, onun tarzına, temposuna, onun üslubuna hiçbir halel getirmeden, yağ gibi işletirseniz, aslında oyunu kazanırsınız. Ama sizde bu var mı? Bunu ben sizde göremiyorum. Dönüştüremiyorsunuz. Ve bir de içinizde duygu yok. Duygunuz olmalı. Ben tam da bu noktada bir gerçekliği hatırlatmalıyım. Büyük sevme, büyük duyma olabilmeli. Mesela ben hep böyleyim.
Ayıp değil söylemesi; ben daha çocukken köyümüzün tüm bana göre böyle kolay şu veya bu kişiye verilmemesi gereken veya bana göre benimle yürümesi gereken kızları, hep benimle olmalıydı. Hatta birkaç tanesinin silueti halen aklımda. Yani onlar sanki benimdiler ve zorla alındılar. Hakaret olarak değerlendiriyorum. Diyebilirsiniz ki, “sana ne şu ailenin kızı şu tarihte istedikleri kocaya verilmiş veya verdirilmiş, her şey tarihte olmuş bitmiş veya unutulmuş. Sen neden halen böyle düşünüyorsun?” Tabii, ben düşünürüm. Hatta bir de bacım vardı. Hiç tanımadığı bir adam geldi, kaba bir biçimde birkaç çuval buğday ve birkaç keçiyi babama verdi ve kızı alıp götürdüler. Bu da aklımda. Bu ne biçim ilişki oluyor? Bütün bunlar sorun tabii. Şu kızın gitmiş olduğu koca, çok iyi biliyorum ki, cinsel düşkündü. Kız aslında oldukça gelişebilirdi. İsimleri bile halen aklımda. Hepsi de yanlışlığın veya köy gericiliğinin kurbanı oldular.
Zaten daha sonra, kızları ele alış tarzımızın, köyde gerçekleştiremediklerimizle kesinlikle bağlantılı olduğu açıktır. Ortaokulda ve daha sonraki süreçlerde de vardı. Mesela üniversitede vardı.
Sanıyorum sizin güzellikler karşısındaki etkilenmeleriniz zayıftır. Çok yerinde bir cümleyi sanıyorum şimdi söyleyebilirim. Bazen devrim güzellikleri güzel bir ses de olabilir. Ben Aram’ın türkülerine ilişkin değerlendirmelerimi size söyledim. İlk defa Kürtçe bir uzun havayı dinlediğimde, bu sesin kurtarılması gerektiğini söyledim ve siyasette bir adım attım. Öyle güzellikler de vardı. “Şu kız, böyle bir düzen altında veya bir güzellik tasavvuru böyle gitmemeli” diyordum ve bu da bende bir öfke yaratıyordu. Şimdi dikkat edilirse, fazla yaşama şansım yok bu güzellikle birlikte. Fakat bir sorun bu, uğruna devrim yapılması gerekiyor.
Hatırlıyorum, benim Diyarbakırlı bir arkadaşım bıçağı eline aldı, bir kızı Siyasalda öyle kazanmak istedi. Bir Kürt tarzı! Başka türlü yapamıyordu, deli oluyordu. Tutamıyordum ve yerin dibine giriyordum. Ben de belki sevmek istedim, ama bana göre zordu o koşullarda. Çünkü bir güç meselesi. Benim itibarım vardı okulda. İsteseydim belki istediklerimle istediğim gibi de yaşayabilirdim ama, bana göre burjuva toplumunun değer yargılarına göre ben henüz güçlü değilim. Zaten daha sonraki süreçte içine girdiğimde de, durumu size gösterdiğim gibi oldu. Yani burada önemli olan, bir güzellik için savaşı göze alacaksın. Yani kadın güzelliği, kadın özgürlüğü, kadının özgür yaşamı…
Tabii bütün bunlar beni son derece etkiliyor ve o dönemin devrimci çalışmalarına yöneliyorum. Ortaokulda, lisede ve hayatın hemen hemen her döneminde benim çıkardığım sonuçlar var. Bir çirkin var bir güzel, bir yanlış var bir doğru. O beni etkiler ve ben onu yürüyüşümün amacı haline getiririm. Tabii bu konuda da taktik geliştirmek zorundayım. Çünkü istiyorum; olmazsa ya bıçağa sarılırım, ya gözü yaşlı kudururum. Hayır! Ne onu yap, ne diğerini, ama esastan da vazgeçme! İşte devrim denilen olay, eğer geliştirebileceksen burada tek çözüm silahı olarak kendini eline verirse sonuca gidebilirsin.
Görüyorsunuz ki, yaşadığımız durum hem genel anlamda, hem özel ilişkiler anlamında, son derece çelişkili ve hareketlendirici. Çünkü çelişkiyi yakalamak, eyleme geçmek demektir. Ve çelişkiler de bu kadar kapsamlı olduğuna göre, harekete geçmek büyük düzenlenmek zorunda. Bu da olsa olsa bir devrim olabilir. Dikkat edin, anamın elinden o yufka ekmeği almak için nasıl büyük bir savaşa giriyorum ve üniversite sıralarında bir güzellik olayı karşısında nasıl etkileniyorum. Bunların hepsini ve bu arada milyonlarcasını birleştirin, hepsi oluyor bir devrimci yoğunlaşma, amaç ve harekete geçirici tarzı! Buna Allah’ı da ekleyeceksin, buna bilimi de ekleyeceksin, buna her türlü güzel yapıları da, tarihi kalıntıları da ekleyeceksin.
Mesela bir Kabe gibi ziyaret ettiğim bir Palmira vardır. Orada bazı sütunlar var ve yine mezarlar var. En çok hüzünlendiğim ve kendimi adeta boşlukta bulduğum şey; o büyük mezarlardaki kemiklerin öylesine kir pas içinde kalması, yine o sütunları diken ellerin ve o sütunlar arasında dolaşanların kim olduklarına dair bir tek somut bilginin bile olmayışı. Bunlar beni müthiş hüzünlendirir. Buna benzer daha bir çok anı sıralanabilir. Demek istediğim, yaşam bu kadar kapsamlı, zengin ele alınmak durumundadır. Sizin yaşam galiba büyük boşluklar içeriyor ve rastladığınızda da göremiyorsunuz. Görseniz de yerli yerine oturtamıyorsunuz, oturttuğunuzda da kaşını-gözünü çıkarıyorsunuz.
Halklar Önderi Abdullah Öcalan/10 Eylül 1995