İHANET VE İHANETİN BİR BİÇİMİ: KORUCULUK
Egemen devletlerin ve güçlerin toplumları kontrol altına almak için kullandığı yöntemler arasında soykırım, katliam, fiziki yok etme, yakma ve yıkma gibi toplumu imha eden yöntemler bulunmaktadır. Bu yöntemlerin hepsinden daha çok acı veren, daha çok motivasyon bozucu olan bir yöntem var ki, onun üzerinde durmak bugünlerde çok daha gerekli ve anlamlıdır. Bir toplumu içeriden parçalama, toplumsal ikilem oluşturma ve bu ikilem üzerinde bir çatışmayı örgütlemek. Toplumsal direnişin önüne içeriden bir ihanet ağını örgütlemek ve işlevsel kılmak, bir toplumun içinden gelişen ihanet olgusudur. İhanet, dost görünenlerin yaptığı en alçak düşmanlık olarak bilinmektedir. Dışarıdan gelen düşman ne kadar büyük ve teknik donanıma sahip olursa olsun, ona karşı koymak ve direnmek mümkündür ve doğal bir süreçtir. Ancak içeriden gelişen ihanet çizgilerine karşı savaşmak ve direnmek çok daha zor ve çetrefillidir. İhanetin ne zaman ve nasıl aktifleşeceğini ve yaratacağı toplumsal etkiyi her zaman bilmek mümkün olmayabilir. Bu, gizli düşmanlıklar ve gizli ihanetçiler için geçerlidir.
Son zamanlarda Kurdistan’ın güneyine yönelik gelişen askeri operasyonlar, Kürt ulusunun tarihsel olarak karşı karşıya kaldığı ihanet ve direniş çizgisinin çatışmasını bir kez daha gündeme getirdi. Kürt direnişi, Ortadoğu’nun en güçlü devletlerine karşı mücadele geleneğini sürdürürken, iç ihanetlerle de boğuşarak çok yönlü bir savaş sürecinden geçiyor.
Türk devleti, gerilla alanlarındaki tıkanıklığı aşmak için Kürtlerin iç ihanet çizgisini işlevsel hale getirmeye çalışıyor. Bu bağlamda, askeri operasyonlar büyük bir ivme kazandı ve Türk devleti, geçici köy korucuları adı altında kontra elemanları savaşa dahil etmeye başladı. Bu durum, Kürtlerin tarihsel direnişine karşı iç ihanetin yeni amaçlar için aktifleşmesidir. Geçici köy korucuları olarak adlandırılan bu unsurların, aslında korudukları herhangi bir köy yoktur. Bunlar devletin paralı askerleri olarak Kürt halkına zulmetmekten başka bir işlev görmemektedirler. Koruculuk sistemi, toplumsal değerleri alt üst eden ve Kürt halkını bastıran bir ihanet ağı olarak kullanılmaktadır.
İHANET SİSTEMİNİN YÜZ YILLIK TARİHSEL ARKA PLANI
1925 Kürt Halk Ayaklanması, Kürtlerin ulusal haklarını elde etme çabalarının önemli dönüm noktalarından biridir. Ancak bu ayaklanma çeşitli iç ve dış dinamikler nedeniyle başarısız olmuştur. Kürt toplumundaki iç bölünmeler ve çelişkiler, Türk devletinin bölgede hakimiyet kurmasına olanak tanıdı. Özellikle Nakşi Tarikatı’nın bazı şeyhlerinin toplumsal etkisi ve devletin yanında yer almaları bu ayrılıkların derinleşmesine yol açtı.
Şêx Saîd liderliğindeki ayaklanma, kısa bir süreliğine de olsa Kurdistan’da fiili bir yönetim kurmayı ve askeri hakimiyet sağlamayı başardı. Ancak devletten nemalanan aşiretlerin yarattığı çelişkiler, direnişin moral ve motivasyonunu olumsuz etkiledi. Bu dönemde, Binbaşı Kasım’ın 1923 yılından itibaren ördüğü ihanet ağı, hareketin lider kadroları üzerinde ciddi bir etki yarattı ve birçok liderin teslim edilmesine neden oldu. Bu ihanetler aynı zamanda bölgede katliamların ve soykırımların hızlanmasına yol açtı.
Devlet, savaş dengesini lehine çevirmek için Êlih, Mêrdîn, Mûş, Xarpêt, Çewlîg, Erzirom, Amed ve Riha’da Kürt aşiret milislerini asker olarak kullandı. Bu durum Kürt halkı arasında derin tarihsel düşmanlıkların yerleşmesine neden oldu. Ayrıca, yine bazı şeyhlerin Kurdistan’daki etkisini fırsat bilerek, devlet nezdinde Kurdistan’a müdahil olmaları ve askeri harekât başlatmaları için ısrarcı olmaları, başka bir ihanet hikâyesi olarak tarihe geçti.
Cumhuriyet döneminde koruculuk ve iç ihanet sistemi, Türk devletinin Kürt toplumunu kontrol etme ve içten bölme stratejisinin bir parçası olarak şekillendi. Bu sistem, Kürt toplumunun kendi içinde bölünmesine ve devletle iş birliği yapan yerel güçlerin direniş hareketlerine karşı kullanılmasına yol açtı. Cumhuriyet döneminde Şêx Saîd ile başlayan direniş geleneği, Agirî ve Dersim direnişlerinde iç ihanet ve çelişkiler nedeniyle çok yönlü bir savaşa sahne olmuştur. Günümüzde ise bu sistem, Kürt toplumunun ulusal kimlik haklarını elde etme mücadelesinin önünde belirgin ve organize bir engel olarak duruyor.
İHANET SİSTEMİNİN KATLİAMLARDAKİ ROLÜ
Bu direnişlere karşı yapılan toplu katliamlarda, işbirlikçi ihanet sistemi, sahip olduğu arazi bilgisi ve askeri tecrübesiyle Türk devletine rehberlik yaparak, yüz binlerce Kürdün katledilmesine önayak olmuştur. Bu süreçte devletin yanında yer alan milisler ve işbirlikçiler, katliamların planlanmasında aktif rol oynamış ve halkın üzerine acımasızca saldırmıştır. Böylece Türk devletinin Kürt halkına karşı uyguladığı baskı ve zulüm politikalarının en karanlık yönlerinden birini oluşturmuşlardır.
İç ihanet sisteminin bu dönemde önayak olduğu ve kendi halkına yönelik gerçekleşen katliamlarda aldığı rolü hatırlatmak, toplumsal hafıza için önemlidir. 1925 sonrası yapılan askeri operasyonlar, yüzlerce köyün yakılması ve on binlerce insanın katledilmesinde iç ihanet sistemin belirleyici rol oynadığı bilinmektedir. Kürt direnişçilere karşı aktif askeri harekâtlara katılım bu süreçte başlamış ve yoğunlaşmıştır. Arazinin ve halkın yapısını iyi bilen bu milisler (korucular) katliamlarda başat bir rol oynamış ve direnişçilerin etkilerini azaltarak dağılmalarına yol açmıştır.
Agirî’de başlayan ayaklanma ve sonrasındaki katliamlarda etkili rol oynamışlar. Zilan Deresi Katliamı ve Dersim’deki katliamlarda milislerin araziyi bilmesi ve askeri güçleri yönlendirmesi kritik rol oynamıştır.
Bu ihanet anlayışı, Kürt halkının ulusal kimlik mücadelesinde büyük bir engel oluşturmuş ve etkisini günümüze kadar sürdürmektedir.
1990’LAR: PKK VE YENİDEN ŞEKİLLENEN İHANET SİSTEMİ
1990’larda PKK öncülüğünde Kurdistan’da güçlenen ulusal mücadeleye karşı iç ihanet sistemi yeniden devreye sokuldu ve yeni döneme göre şekillendi. Özgürlük Hareketi kırsal alanda etkinliğini artırırken, şehir merkezlerinde hak ve kimlik talepleri geniş bir taban tarafından desteklendi. Devlet, askeri yöntemlerin yetersiz kalacağını öngörerek, tarihsel iç ihanet stratejisine odaklandı. Köy korucuları adı altında kırsal alanda suç şebekeleri örgütledi, şehir merkezlerinde ise Hizbullah adı altında kontrgerilla yapılanmasıyla Kürt halkını karşı karşıya getirdi. Köy korucuları adı altında kırsal alanda bir suç şebekesini örgütledi. Şehirde ise Hizbullah adı altında bir kontra yapılanmayla Kürt halkını karşı karşıya getirdi.
KÖY KORUCULARI VE HİZBULLAH: KIRSAL VE KENTSEL İHANET
Bu yeni iç ihanet sistemi, kırsal ve kentsel alanlarda örgütlenerek Kürt halkının ulusal hak talebini bastırmayı ve göçe zorlamayı amaçladı. Devlet destekli köy korucuları adlı silahlı suç örgütleri, sivil halka karşı acımasız saldırılar düzenledi. Bu korucular, arazi ve halk bilgilerini devlet lehine kullanarak, tarihsel ihanetin en kötü anlarını yaşattılar. Binlerce köyün yakılmasında aktif rol aldılar ve insan hakları ihlalleri, yargısız infazlar, toplu katliamlar ve insan ticareti gibi suçlarla suç şebekesine dönüştüler. Bu durum, Kürt toplumu arasında düşmanlıklarının artmasına ve toplumsal bağların zayıflamasına yol açtı.
Şehir merkezlerinde ise Hizbullah, devletin himayesinde faaliyet gösteren paramiliter bir güç olarak ‘Allah’ın fedaileri’ adı altında sivil Kürt insanların üzerine saldırtıldı. Bu yapılanma, Türk devletin Kürt halkına karşı yürüttüğü baskı ve zulüm politikalarının en acımasız ve kanlı yüzlerinden birini oluşturdu.
Yeniden faal hale getirilen iç ihanet sistemi, Kürt ulusal mücadelesi önünde büyük bir engel oluşturdu ve toplumda derin yaralar açtı. Tüm baskılar rağmen Kürt halkının kimlik ve hak talebi mücadelesi kararlılıkla devam etti.
’90’LARDA GÜNEY’DE GELİŞEN İHANET SENARYOLARI
Türk devleti, sınırların dışında, diğer Kürt grupları ve aşiret yapıları üzerinde de benzer taktikler uyguluyordu. Dört parça Kurdistan’da egemen olan direniş geleneği Türk devletinin kontrol alanlarının dışında da gelişti ve giderek ulusal bir kimliğe büründü. İçeride ihanet dengelerini oluşturan devlet, sınırlarının dışında kalan bölgelerde de bu ihanet geleneğini aktif hale getirecek kanallar arıyordu. Kurdistan’ın güneyinde Kürtlerin çatışmalarını ve karşıtlıklarını düşmanlığa dönüştürecek farklı senaryolar devreye konuldu. Bir dönem KDP ve YNK üzerinden Özgürlük Hareketini tasfiye etmek için kanlı bir senaryo uygulandı. Özgürlük Hareketinin konumlandığı alanlara yönelik operasyonlarda bu iki yapı etkin biçimde savaşa sürüklendi. Bu kanlı senaryo ihanetin derinleşmesine ve kök salmasına yol açtı. Binlerce Kürt savaşçısı birbirini öldürecek bir sürece çekildi. KDP üzerinden devreye konulan ve daha sonra Türk yetkililer tarafından itiraf edilen maddi destek, kardeş kanının dökülmesi için yeterli bir neden oluşturdu. Devletin, Kürt halkının iç dinamiklerini zayıflatmak ve ulusal kimlik mücadelesini bölmek için işlediği bu iç ihanet sistemi, her dönemde işlevsel olmuş ve halk arasında derin yaralar açmıştır.
’90’larda kurgulanan tüm iç ve dış ihanet senaryolarına rağmen Kürt direniş siyaseti bütünsel olarak yükselişini sürdürmüş ve yerel siyasette iktidarı elde etmiştir. 2010’ların başında Kürt direniş geleneğinin legal siyaseti Türkiye genelinde önemli bir siyasi temsil gücü kazanmıştır. Bu yükseliş barış sürecini zorunlu hale getirmiş ve başlatmıştır. Devlet ise bu süreci Kürt Siyasal Hareketini ve Kürt toplumunu kontrol altında tutma stratejisinin bir parçası olarak değerlendirmiştir.
ROJAVA DEVRİMİ VE ENKS İLE DENENEN İHANET
Rojava Devrimi, 2012’de başlayarak Kürtlerin öz yönetim sürecine evrilen önemli bir dönüm noktası oldu. Suriye iç savaşının kaotik ortamında Kürtlerin demokratik bir model oluşturma çabası bölgede umut yarattı. Ancak Türkiye bu gelişmeyi ve Kürtlerin bölgesel aktör olma yolundaki adımlarını kendi güvenliği için tehdit olarak algıladı. Radikal gruplar üzerinden Kürtlere yönelik geliştirdiği saldırılardan sonuç alamayınca, Rojava kentlerine yönelik işgal saldırılarıyla süreci durdurmayı denedi.
Rojava Devrimi’nin ilk günlerinde kaçan sivil halkı savunmayan ve Türkiye tarafından desteklenen ENKS yapılanması, Türk istihbaratı tarafından yeniden şekillendirilerek Kürt temsilcisi gibi gösterilmeye başlandı. ENKS, Efrîn’in işgalinde Türkiye’nin ortağı olarak aktif bir rol üstlendi ve Kürt kentlerinin Türkiye destekli çeteler tarafından işgal edilmesinin tarafı oldu. Kürtlerin, iç bölünmelerinin dış müdahaleler ile nasıl derinleştirildiği ve kullanıldığının trajik bir örneğidir. Efrîn’de Kürtleri topraklarından etme çabalarına sessiz kalarak, onay verdi.
KDP’NİN DESTEĞİ VE YENİ OPERASYONLAR
2019’dan beri Türkiye’nin Kurdistan’ın güneyinde KDP üzerinden yürüttüğü askeri operasyonlar, bölgedeki siyasi ve askeri dengeleri önemli ölçüde etkilemektedir. Türk devleti, KDP’nin izni ve desteğiyle bölgeye askeri güçler göndererek özellikle sınır ötesi operasyonlarda aktif rol oynamaktadır. Bu operasyonlar, Türkiye’nin sınırlarını genişletme ve Misak-ı Millî sınırlarına ulaşma hedefiyle uyumlu bir şekilde gerçekleştirilmektedir. KDP ise bu süreçte Türkiye ile stratejik bir iş birliği içinde hareket etmekte ve Türkiye’nin bölgedeki politikalarına hizmet etmektedir. Bu iş birliği, Lozan Antlaşması’nda belirlenen sınırların yeniden şekillendirilmesi ve Kurdistan’ın güneyinin ilhak edilmesi riskini de beraberinde getirmektedir.
KDP’NİN YENİ SENARYOYA GÖRE KONUMLANMASI
Son yıllarda KDP’nin Türkiye’nin bölgedeki politikalarına verdiği destek ve Türk siyasi sistemine yeniden entegre edilen HÜDA-PAR ile ilişkilerini derinleştirmesi, yukarıda kronolojisini verdiğimiz iç ihanet sisteminin tekrar en üst düzeyde aktif hale getirilmesiyle değerlendirilmelidir.
KDP’nin bu tutumu, bölgede Türkiye’nin etkisini artırarak Kürtler arasında ayrışmayı derinleştirmekte ve Kürt ulusal birliğinin oluşmasını engellemektedir. Bu durum, Kürtler arasında siyasi, kültürel ve askerî açıdan derin bölünmelere yol açmış, Kürtler arası diyalog ve barış istikrarı üzerinde olumsuz bir etki yaratmıştır.