HABER MERKEZİ- Hogir Botan’ın Kaleminden
“Mezopotamya, tarih boyunca sadece bir coğrafya değil, halkların özgürlük mücadelesinin ve varoluşlarının şekillendiği bir dergâh olmuştur. Bu topraklarda su, yaşam kaynağı olmanın ötesinde, halkların var olma mücadelesinin, kültürlerinin, kimliklerinin ve özgürlük arayışlarının bir sembolü haline gelmiştir. Ve bu topraklarda zamanın akan büyük nehirleri vardır; kimisi sessizce toprağı besler, kimisi taşarak imparatorlukları yıkar. Fırat nehri de insanlık tarihinin en kadim asice akan damarlarından biridir. Halklara yaşam vermiş ama aynı zamanda yıllarca denetim altına alınmak istenmiş, savaşların ve egemenlik mücadelelerinin şahitlik yaptığı bir yer olmuştur. Fırat ve Dicle’nin suları, halkların binlerce yıl süren direnişlerinin izlerini taşırken, aynı zamanda egemen devletlerin halkları kontrol etme ve sömürme planlarının de merkezinde de yer almıştır. Fırat, ilk tarım toplumlarının doğduğu, insanın doğayla en büyük bağını kurduğu ama aynı zamanda bu bağın egemenlik altında yeniden şekillendirildiği bir coğrafyanın şahididir. Sümerler, Akadlar, Babil’iler, Asurlular, Persler ve Osmanlılar… Hepsi bu nehrin kıyılarında güç kazandı ve sonra birer birer tarih sahnesinden silindi. Bu nehrin sunduğu bereket, her zaman bir yönetim aracı olarak kullanıldı. Suyun kimde olduğu, yaşamın kimde olacağını belirledi. Babil’in asma bahçeleri, Dicle ve Fırat’ın sularıyla yeşerdi ama aynı zamanda bu sular, ilk merkezi devlet yapılarını da besledi. Sümer rahipleri, su kanallarını yöneterek toplumu kontrol altında tutuyordu. Yani ilk devlet, suyun yönetilmesiyle ortaya çıktı. Kapitalist modernite ise suyun akışını durdurarak halkların akışını durdurmak istemektedir. Bugün de Fırat üzerindeki barajlar, sadece suyu değil, halkların yaşamını da denetim altına alma araçlarıdır. Kim suyu tutarsa, yaşamı da kontrol eder. Tişrin Barajı ise bu tarihsel akışında inşa edilen bir sömürü, egemenlik yapısıdır. Fırat ‘ın heybetini ve görkemli akışını, asiliğini kontrol altına almak için yapılmış bir sömürü projesidir. Tişrîn Barajı, 1999 yılında Suriye devleti Baas rejimi tarafından Fırat Nehri üzerinde inşa edilerek sulama, enerji üretimi ve suyun yönetimi için kullanılan bir yapı olarak inşa edilmiştir. Ancak, bu baraj sadece hidroelektrik enerji sağlamakla kalmamış, aynı zamanda devletin halkları kontrol etme, suyu baskı aracı olarak kullanma ve doğayı denetim altına almayı amaçlamıştır. 2014 yılında DAİŞ çetelerinin Rojava ve Suriye yi işgali ile barajın kontrolü DAİŞ’in eline geçmiş ve su kaynağı tamamen halklara karşı silah olarak kullanılmıştır. Ve tamamen su, bir yaşam kaynağı olmaktan çok, bir baskı aracına dönüşmüş, halkları açlık ve susuzlukla tehdit eden bir silah haline getirilmiştir. Ancak 2015’te, Kürt Özgürlük Hareketi öncülüğünde Tişrîn Barajı’nın DAİŞ’ten kurtarılması, sadece bir askeri zafer değil, aynı zamanda halkların özgürce ve demokratik yaşam arayışlarının somut bir örneği olmuştur. Tişrîn’deki zafer, suyun ve bir bütünde doğanın, faşizmin ve kapitalizmin elinde birer baskı aracına dönüşmesine karşı verilen bir devrimci yanıt olmuştur. Bu zafer, Apocu paradigmanın ekolojik, demokratik toplum ve kadın özgürlüğü üzerine inşa ettiği düşünceyi hayata geçiren bir adım
olmuştur.
Tişrîn, faşizme karşı verilen sadece bir askeri direniş değil, aynı zamanda demokratik toplum devrimdir.
Tişrîn’deki direnişin felsefi, tarihi ve askeri bağlamındaki en önemli ve belirleyici gücü kadın ve gençlik olmuştur. Kadın ve gençlik sadece savaşçı değil, aynı zamanda toplumun yeniden inşa edilmesinde ve devrimci düşüncenin yayılmasında esas belirleyici güç olmuştur. Bugün Fırat, Apocu gençliğin elinde bir özgürlük nehrine dönüşmektedir. Tişrin Barajı’nı özgürleştirenler, yalnızca bir yapıyı değil, aynı zamanda suyun ve toplumun akışını yeniden özgürleştirenlerdir. Apocu gençlik Tişrîn’deki direnişte yalnızca cephede değil, aynı zamanda toplumsal yapının dönüşümünde ve ekolojik, demokratik, kadın özgürlükçü toplum devriminin inşasında da kritik rol oynamaktadırlar. Kadınlar ve gençler sadece faşist TC devleti ve işgalcilerine karşı savaşmakla kalmamış, aynı zamanda kendi toplumlarını, kültürlerini ve kimliklerini yeniden inşa etmek için de mücadele etmektedirler. Gençliğin şuan Tişrîn direnişindeki rolü, sadece savaşla sınırlı kalmamış, aynı zamanda halkın özgürleşme sürecinde serhıldan ruhunu canlandırmış ve büyük bedeller uğruna soluksuz bir direniş içindedirler. Özellikle Rojavada ki devrimin kurucusu özgürlük mücadelesi veren kadınların bu mücadele içindeki aktif katılımı, Apocu felsefenin toplumsallık ve özgürlük anlayışının somut bir örneğidir. Tişrîn’deki direniş, Kürt halkının tarihsel olarak özgürlük mücadelesinin bir devamıdır. Ancak bu mücadelede kadının yeri, yalnızca bir sembol değil, mücadelenin özü olmuştur. Apocu paradigmanın özü, bir yapıyı Dımdım kalesine, bir işkencehaneyi Amed zinda direnişine, bir tüneli direnen Zap gerçekliğine dönüştürmenin adı olmuştur. Bu direnişin kaynağıda İmralı’da direnen Önderlik hakikatidir. Tişrîn, faşizme karşı verilen sadece bir askeri direniş değil, aynı zamanda demokratik toplum devrimdir. Bu devrimin kalbinde ise gençlik ve kadının özgürlük için verdiği mücadele yer alır. Faşist TC devleti ve kapitalist sistem, suyu, doğayı ve halkları metalaştırarak kontrol etmeye çalışsa da, Kürt halkı ve Apocu düşünce bu sürece karşı direnişini sadece silahlı mücadele ile değil, aynı zamanda toplumsal dönüşüm ile sürdürmektedir. Devrimci halk savaşının her boyutta hayat kazanması olmuştur. Tişrîn’deki zafer, kadınların, gençlerin, halkların özgürlüğü için verilen mücadelenin en derin ve somut örneğidir. Bu zafer, yalnızca geçmişin bir zaferi değil, halkların özgürleşmesinin ve demokratik bir toplumun kurulmasının mümkün olduğunun bir simgesidir. Tişrîn, Apocu düşüncenin pratikleştiği ve kadınların, halkların ve gençlerin özgürleşmesi için sürdürdüğü mücadelenin sembolü haline gelmiştir. Bu direniş, sadece bir yapının korunması değil aynı zamanda tarihi hafızanın ,coğrafyanın ve yıllarca verilen emeğin timsalidir. Apocu gençlikte bugün Kemal Pir ve yoldaşların ruhu ve bilinci ile özgür yaşam uğruna direnmektedirler. Ölümden korkmayan ve ölümden büyük bir halk gerçekliğinde , mutlak zafere yürümektedir. Ve Fırat gençliğin asiliğinde akmaktadır.”