HABER MERKEZİ
Serhad’ın Şerafettin dağlarına yaslanmış bir köyde dünyaya gelmişti. Bir yaz günü doğduğu söylenmişti kendisine. Kimisi yaylaya kimisi de ot biçmeye gitmişti. İşte tam o günlerden birinde dünyaya geldin dedi annesi. Baban ot biçmeye gitmişti ve sen oturma odasının sağ köşesinde doğdun. Sağ köşe dediği yerde çalav vardı. Çalav köy evlerinde hem banyo olarak hem de bulaşık ve çamaşırların yıkanması için kullanılan bir küvet gibiydi. Aynı odada çalav’ın karşısında sewke vardı. Sewke ise bugün evlerde kullanılan üç kişilikli, yatak olarakta kullanılabilen bir koltuk gibiydi. Toplamda iki oda birde salonları vardı. Bunun yanında kulînk olarak kullandıkları mutfak tarzı taştan yapılma ayrı bir xaniyê malê vardı. Annesi doğduğun yerde birde karıncaların yuvası vardı. Karıncalar şans getirir demişti kendisine.
Köyün arka tarafına Pişta Qûçê denilirdi. Gerçektende Qûçtû. Taşlardan geçilmiyordu. Kimi taşların üzerinde otlar yeşeriyordu. Pişta Qûçê’nin üst tarafında daha çok mera ve tarlalar bulunuyordu. Yukarılara gidildikçe köy yaylasına ulaşılıyordu. Bu bölgeye zozan denirdi. Zozanlar yazın üç ay boyunca bu köylüleri büyük ve küçük baş hayvanlarıyla birlikte kendilerine misafir ediyordu. Pişta Qûçê’nin bir uzantısı köyün sol tarafı olan Textê Koza’ya doğru sıralı tepeler halinde uzayıp gidiyordu. Ta Çemê Gir’a kadar. Köyün sağ tarafı da Pişta Qûçê’nin sıralı tepeleri gibi Gîharê Beca’dan başlayıp hem ormanlık hem de çok taşlı olan Kere’ye kadar giderdi. Bu tarafta Çemê Gir’a kadar uzanıyordu. Köyün alt tarafı ise ormanlıktı.
Evdeki tartışmalardan sıkıldığında Pişta Qûçê’ye giderdi. Orada taşlar arasında oturur konuşurdu. Taşların üstüne uzanır gökyüzünü seyre dalardı. Pişta Qûçê hemen evlerinin arkasındaydı. Bazen taşların üzerinde biriken yağmur sularından içerdi. Keşke bende bu taşlar kadar her şeye karşı dayanıklı olsaydım. Kar, fırtına, yağmur, brûsk ve dolu. Nelere şahit değilki bu taşlar derdi.
Akşam üstüydü. Ben hayvanları toplamaya gidecem dedi annesine. Direk uğradığı yer sırdaşı olan Pişta Qûçê’ydi. Taşların arasında mırıldana mırıldana gidiyordu. Her taraf yemyeşil. Otlarla bezenmiş taşlar kendi görkemliklerini kaybetmişti. Heval diye bir ses duydu. Burada benden başka kimse olmaz dedi. Etrafına bakındı. Kimseyi görmedi. Tekrar yürümeye devam etti. Aynı ses gene ‘heval ne tirse emin’ dedi. Gerçektende onlar dedi. Arkadaşlar seslenmezse kesinlikle fark etmezdim dedi. Hızlı adımlarla onlara yanaştı. İlk görüşü değildi. Birçok kez evlerine misafir olmuştu. Hepsine tek tek sarıldı. Ah ne çok özlemişim sizi dedi. Gözlerim yollarda kaldı. Her fırsatta Pişta Qûçê’ye çıkıp saatlerce sizi bekliyorum. Hani beni de alacaktınız dedi.
‘Biz seni almıyacağız. Sen kendin çıkıp geleceksin. Zamanı geldiğinde’ dedi. Ne zamanı heval dedi. Ben artık beklemem. Her halükarda gelecem. Siz gitmişseniz ben niye geride kalacakmışım dedi. ‘Zamanını bekle’ dedi Ayten. Ben artık beklemiyorum diye bağırdı. Hücredeki arkadaşı ne oldu Zehra arkadaş diye seslendi. Kütü bir rüyamı gördün ne oldu dedi. Yok hevalamın dedi. Ben doğduğum odadaki Çalav’ı düşünüyordum birde Ayten arkadaşı. Onun sözleri bir mıknatıs gibi beynimi kemiriyor. Hani ‘Bir adım atmak için ilk defa kendimi bu kadar özgür hissediyorum. Beynim ve ruhumla önderlik ile buluşmanın heyecanıyla daha anlamlı ve onurlu bir yaşamla komutanım Heval Zülküf Gezen’in bize miras bıraktığı bu direniş çemberini büyüterek sürece cevap olmanın inancıyla’ demişti ya. Ben onu düşünüyordum dedi ve tekrar yatağına uzandı. Kararını vermişti. Hem güneşe hem de köyüne dönecekti. Pişta Qûçê’de güneşle buluşacaktı.
‘Tecridi kıralım, faşizmi yıkalım’ direnişine 11 Mart 2019’tan beri Erzurum Oltu T Tipi Kapalı Cezaevi’nde katılmıştı. Yaşamı uğrunda ölecek kadar seven yoldaşlarına kavuşmanın kararlılığını günlüğüne not düşmüştü. Uğur Şakar ve Ayten Beçet’e selam olsun, güneşe yürüyoruz kendi bedenimizle dedi. Bizden olanı ancak biz yaşarız ve doğduğu odadaki Çalav’e boylu boyuna uzanarak güneşe akıp gitti…
Veysel IŞIK