HABER MERKEZİ – Yekîneyên Parastina Jin (YPJ) komutanlarından Zinarîn Qamişlo, Türk devletinin Medya Savunma Alanları’na yönelik yürüttüğü işgal harekatını, Afganistan iktidarının Taliban’a devredilmesiyle birlikte Türk ordusunun Rojava ve Şengal’de YPG-YPJ, YBŞ güçleri ve halka saldırılarının bağlantısını ve Rojava’ya dönük olası işgal tehlikesi karşısında nasıl bir tutum alacaklarını değerlendirdi.
ANF’nin sorularını yanıtlayan Zinarin Qamişlo, bugün tüm Kürdistan’ın bir volkan gibi kaynadığını dile getirerek , “Kürdistan dağları, halkın savunma ve özgür yaşam merkezidir. Dağ insanlaşma merkezidir. Bugün baktığımızda en yoğun saldırılar Güney Kürdistan’da özgür dağlar üzerine geliştiriliyor. Kürdistan dağlarına geliştirilen saldırıyla verilen mesaj ‘insanlığın tohumunu ortadan kaldıracağız’dır” diye konuştu.
Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetim Alanlarına yönelik Türk devletinin işgal tehlikesinin hep var olduğunu dile getiren Zinarîn Qamişlo, “Bu doğrultuda bizim meşru savunma güçleri olarak her zaman hazırlığımız var. Bir savaş durumunda direneceğiz. Duruşumuz, inancımız ve ısrarımız bellidir. İddiamız güçlüdür. Biz kimseye saldırmıyoruz. Ama bir saldırı, işgal saldırısı durumunda sonuna kadar topraklarımızı, halkımızı ve değerlerimizi savunacağız” ifadelerini kullandı.
Türk devleti 4 yıldır Güney Kürdistan’da gerilla alanları üzerine işgal saldırıları gerçekleştiriyor. Geçmiş süreçte bu işgal harekatlarına paralel olarak Efrîn, Serêkaniyê ve Girê Spî’ye de saldırılarda bulundu. 23 Nisan’dan bu yana da Medya Savunma alanlarına yönelik saldırılar geliştiriliyor. Bu işgal saldırılarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu saldırıların hedefi sadece PKK ve Güney Kürdistan mıdır?
Son süreçte şüphesiz Kürt gerçeği ve ulusu üzerine saldırılar çok açık hale geldi. Elbette 100 yıldır Kürtler üzerine soykırım politikası uygulanıyor. Ama özellikle son dönemde bu politikalar çok daha netleşti, daha çıplak uygulanmaya başlandı. Türk devleti ve AKP-MHP hükümeti bu saldırıların öncülüğünü yapıyor. Fakat mevcut durumda geniş ve genel bir konsept var. Aslında dünya genelindeki hegemonyayı elinde bulunduran devletlerin bu konseptte parmağı var.
Mevcut saldırı konsepti sadece Kürdistan dağlarında gerilla, ya da herhangi bir Kürdistan parçasına dönük değil. Tüm Kürt halkına ve Kürdistan’a karşı geliştirilen bir konsepttir. Önder Apo’nun avukat görüşmelerini keserek yine düşüncelerinin dünyaya ulaşmasını engelleyerek bu saldırı konseptine yoğunluk verildi.
Bu konseptin amacı Kürtleri imha etmek yada teslim alarak kendini satan, iradesiz, işgalcilere itaat eden Kürdü yaratmak. Şu anda yürütülen mevcut konseptin amacı budur. Kürtlerin demokratik ulus ve halkların kardeşliği hayali ve projesini gerçekleştirmesini istemiyorlar.
SALDIRI KONSEPTİ EN BAŞTA ÖNDER APO’YU HEDEF ALDI
Devreye sokulan bu konsept Önderliğe yönelik saldırılarla başladı. Önderliği fikirsel olarak da esir almak istediler. Ama Önder Apo duruşu ve tavrıyla Kürtlere hep, “Bir Kürt olacaksa özgür olacak” mesajını verdi. Bu nedenle Önderliğin avukat hatta aile görüşmelerini engellediler. Yer yer İmralı’da yangın çıktığı, yine Önderliğin sağlığının iyi olmadığı haberlerini yaptılar. Bunlarla aslında nabız yoklamak istediler. Aslında Önderliğe de, “Eğer teslim olmazsan bu durumu yaşayacaksın” mesajını vermek istediler. Önderliğin bu konseptte de tavrı ve mesajı netti. Özgür ve değerlerine sahip çıkan Kürtlüğü savundu. Önder Öcalan direnerek başarıya ulaşma mesajı verdi.
Daha sonra konseptin kapsamı genişletildi. Bugün Kürdistan dağlarına dönük çok yoğun bir işgal saldırısı var. Aynı zamanda Kürdistan parçaları üzerine de ciddi bir saldırı var. Başta Şengal olmak üzere Güney Kürdistan, Irak, Rojava Kürdistanı’na yönelik işgalci Türk devletinin ciddi saldırıları ve planları var. Zaten Kuzey Kürdistan ve Türkiye’de büyük bir kaos ve faşizm ortamı var. Yine diğer taraftan Rojhilat’da da bir kaos geliştirmek istiyorlar.
Mevcut saldırıların sadece Türk devletinin saldırıları olmadığını belirttiniz? Uluslararası hegemon güçlerin bu konseptle hedefledikleri nelerdir?
Halkların kardeşliğine, demokratik ulus anlayışına göre hareket eden özerk yönetim, öz yönetim anlayışını ve sistemini ortadan kaldırmak. Halkların kardeşliğine dayalı ve ulus devletin alternatifi olan demokratik özerk yönetim sistemini ve bu düşünceyi ortadan kaldırmak. Bugün kapitalist sistem krizi kendini her yerde açığa vuruyor. Bugün sistemin ulus devlet modeli savaşları durduramıyor, toplumsal sorunları çözemiyor, iç savaşları durduramıyor, kadın özgürlük ve ekonomi sorununa cevap olamıyor. Yani ulus devlet birçok açıdan iflas etmiş durumda. Bu nedenle sistem bir krizi yaşıyor.
Önder Apo, halkların kardeşliği ve demokratik ulus anlayışına dayalı demokratik konfederal sistem projesiyle ulus devletin alternatifini ortaya koydu. Mevcut sorunların çözümünü bu sistem içinde tanımladı. Bunun pratikleşmesini Rojava’da, Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetim alanlarında an be an yaşıyoruz. Bu aslında tüm halklar ve kadınlar için bir kurtuluştur. Tüm halklar ve kadınlar için kendi kültürünü, tarihini, özgünlüklerinle özgür yaşama, özgücüne inanarak güvenlik içinde yaşama açısından tüm halklara bir model oldu.
Bugün Suriye içinde farklı bölgelerde yaşayan halklar bu modeli beğeniyor ve kendileri de yaşamak istiyorlar. Örneğin Suveyde’de yaşayan Dürziler bu modeli beğeniyor. Suriye’nin birçok bölgesinde insanlar bu modelin önemini görüyor ve Suriye genelinde yaşamsallaşmasını istiyorlar. Bu Suriye için evet ama Irak için de bir model oluyor. Esas saldırı bu fikir ve model üzerine geliştiriliyor. Bu model ortadan kaldırılarak halkları birbirine karşı çatıştırılmaya çalışıyorlar. Çıkarlarını halkın birlikte özgür yaşamasından değil, kendi gücüne inanmasında değil, bir devlet çatısı altında ve birbirine karşı çatışmasında görüyorlar. Önder Öcalan halkın devletsiz de kendi kendini yönetebileceği bir sistemle yaşayabileceğini ortaya koydu. Bu model bu gün Kuzey ve Doğu Suriye’de yaşanıyor.
İNSANLIĞIN BEŞİĞİ KÖY DEVRİMİNİN ALANI DAĞLAR HEDEF ALINIYOR
Bugün bu konseptin merkezinde hedef olarak Kürtler var. Aslında Kürtler şahsında tüm halklar hedef alınıyor. İnsanlığın beşiği Kürdistan’ın bugün insanlığın katledildiği alana dönüştürmek istiyorlar. Bu nedenle her 4 parça Kürdistan’a dönük önemli saldırılar var. Bu saldırıların hedefi her ne kadar Kürtler gibi görünse de Kürtler şahsında tüm halklar, inançlar ve kadınlar hedef alınıyor. Bugün tüm Kürdistan bir volkan gibi kaynıyor. Kürdistan dağları, halkın savunma, özgürlük ve özgür yaşam merkezidir. Dağ insanlaşma merkezidir. İnsanlık tarihinde ilk köy yaşamı dağ eteklerinde geliştirilmişti. Bugün baktığımızda Güney Kürdistan’da en yoğun saldırılar özgür dağlar üzerine geliştiriliyor. Kürdistan dağlarına geliştirilen saldırıyla verilen mesaj “insanlığın tohumunu ortadan kaldıracağız”dır.
Hegemon sistemin temel hedefi Kürtler ama Kürtleri böyle hedef alarak tüm halklara bir mesaj veriyor. “Bilinçli, öz güven ve iradesiyle hareket eden, kendi plan ve projelerini oluşturan bir halkı kabul etmiyorum. Halklar bana bağlı olacak, benim anlayış ve planlarım doğrultusunda hareket edecek, benim önüne koyduğum plan ve projelere bağlı olacak” mesajını veriyorlar. Bunun için görüyoruz ki savaş an be an genişletiliyor ve derinleştiriliyor.
Peki, bu durum halkların birliğini nasıl etkiliyor?
Bunun karşısında aslında halkların birliği de daha fazla güçleniyor. Kuzey ve Doğu Suriye’de bu gerçek açığa çıktı. Örneğin Arap halkı bu işgal saldırıları ve işgal karşısında kitlesel bir duruş sergiliyor. Erdoğan öncülüğünde geliştirilen işgallere karşı Arap halkımız çocuğundan, kadınına, kanaat önderlerine hepsi aynı sözü söylüyor ve aynı duruşu sergiliyorlar. “Halkların kardeşliğini bozamayacaklar. Biz artık her şeyin farkındayız, halkları birbirine karşı savaştıramayacaklar” diyorlar. Kuzey ve Doğu Suriye özerk yönetim alanlarında Kürtler, Araplar, Türkmenler, Çerkesler vb. halklar hep birlikte, el ele işgalci Türk devletine karşı bu mesajı verdiler.
Afganistan’da iktidarın Taliban’a devredilmesinin bir NATO ve Türkiye planı olduğunu gördük. Ama bununla eş zamanlı Türk devleti Şengal ve özerk yönetim alanlarına saldırılarını artırdı. Peki Afganistan’da iktidarın Taliban’a devredilmesiyle Türk devletinin Rojava ve Şengal’e saldırısı arasında nasıl bir ilişki var?
Son süreçte dünya gündeminde en fazla Afganistan’ın Taliban’a devredilmesi var. Şüphesiz bu durum Taliban’la bazı anlaşmalar ve uzlaştıkları yol haritası doğrultusunda geliştirildi. Herkes Taliban’ın kökenini biliyor, kendisini şeriata bağlayan bir hareket. Önce demokrasi ve kadın hakları konusunda ılımlı mesajlar verdi. Fakat bu mesajlardan birkaç gün sonra resmi açıklamalarında, “Sistemimiz şeriat sistemidir. Bizim için esas olan mellelerimizin söyledikleridir. Bu şekilde şehirleri yöneteceğiz” dediler. Yavaş yavaş gerçek yüzlerini açığa çıkarıyorlar.
Diğer yönden Afganistan iktidarının Taliban’a devredilmesiyle hegemon sistem tarafından tüm Ortadoğu ve dünyaya artık İslam adıyla hareket eden silahlı gruplara yada iktidarcı, silahlı şiddeti yoğun kullanan silahlı gruplara inisiyatif verileceğinin, önlerinin açılacağının mesajı verildi. Bu duruma şaşırmadık. Çünkü kapitalist hegemonyanın geniş bir konsepti var. Bugün bu konseptin sonuçlarını görüyoruz. Afganistan Taliban’a teslim edildi buna paralel olarak alanlarımız, Şengal üzerine Türk devletinin saldırıları artırıldı. Zaten Güney Kürdistan hava sahası Türk devletine daha önce açılmıştı.
Şengal’de YBŞ komutanı ve yeğeni Türk SİHA’larıyla şehit edildi. Hemen arkasından Şengal’de bir hastane Türk uçakları tarafından vuruldu. Bu hastane bölge halkını tedavi ediyordu. Hem de Irak askerleri de gidip bu hastane de tedavi görüyorlardı. Aynı zamanda Şengal’in kendi savunma güçleri de gidip bu hastanede tedavi görüyordu.
TÜRK DEVLETİ VAR OLDUKÇA DAİŞ VAR OLACAKTIR
Bu durum halka yönelik fermanın kalkmadığını gösterdi. Türk devleti var oldukça DAİŞ var olacak. Şengal halkı bunu çok iyi tespit etti ve dile getirdi. Şengalli annelerimiz kameralar önüne çıkarak, “Türkiye var oldukça DAİŞ var olacak” dediler. Bu katliamlarla verilen mesaj gerçektir ve biz bu mesajı anladık. Fakat Irak’ın da bu konseptte temel bir rol oynadığını ve zemin açtığını gördük. Heval Said, Kazimi’yle görüşmeye gidiyordu. Sen bir insanı misafir olarak davet edeceksin, o senin misafirliğine gelirken katlettireceksin. Bu durum ahlaki ölçülerin çok dışındadır.
Aynı süreçte Rojava Kürdistan’da Zirgan ve Til Temir’i vurdular. Diğer taraftan DAİŞ’e karşı mücadelede bedeninden parçalar vermiş yaralı ve gazi arkadaşların araçları vuruldu. Bütün bunlar yeni saldırı konseptinin parçalarıdır. Diğer taraftan aslında Afganistan’ın Taliban’a teslim edilmesi sayfasıyla birlikte nasıl bir şiddet sayfası açıldığını ortaya çıkardı. Hegemon sistemin Afganistan’ı Taliban’a teslim etmekle açtığı sayfanın bundan sonra konseptin “İslami” şiddeti ve silahlı şiddete başvuran iktidarcı grupları daha fazla kullanmak şeklinde gelişeceğini gösterdi. “Bugün Irak’ı, Suriye’yi teslim almak istersek bu silahlı güçleri kullanırız. Biz İran’ı sınırlamak istersek yani bize göre olmazsa elimizde bu gruplar bir tehdit olarak var” şeklinde bir mesaj verildi.
Aslında hegemonya tüm bunlarla Ortadoğu’da nasıl bir siyaset yürüteceğini açığa vurdu. Siyaseti de şiddet siyasetidir, öldürmektir. Bugün dünyada YPG ve YPJ’nin hangi koşullarda kurulduğunu nasıl bir mücadele yürüttüğünü kim bilmiyor. “İslam” maskeli DAİŞ çetelerinin katliamı, yok etmesi, talanı ve köleleştirmesinden YPG, YPJ dünyayı kurtardı. DAİŞ Palmira’ya ilk saldırdığında tarih eserlerini hedef aldı. Türk devleti de Efrîn’e saldırdığında ilk tarihi eserleri hedef aldı. Yani burada insanlığı tarihi ve kültürüyle birlikte tümden yok etme amacını gösterdiler. DAİŞ bu şekilde insanlığa saldırdı. Irak’a, Şengal’e, Suriye’ye saldırdı. DAİŞ karşısında kendini siper yapanlar bu halkın çocukları ve fedaileriydi. YPG-YPJ Şengal’in imdadına koştu, Suriye’de kendini canlı kalkan yaptı, kanıyla canıyla bu toprakları ve halkı savundu.
Hegemon sistemin konsepti doğrultusunda son günlerde DAİŞ’e karşı çok cesurca ve güçlü bir savaş yürütmüş olan bir YPJ komutanı Türk devleti tarafından katledildi. Heval Sosin, DAİŞ karşısında halkın ve kadınların iradesine sahip çıkan çok cesur bir komutandı. Heval Renas da Kobanê, Til Temir, Serêkaniyê, Girê Spî halkının imdadına koşmuş bir komutandı. Rojhilat’tan Rojava’ya DAİŞ’e karşı mücadele etmeye gelmişti. O’nun aracı da hedef alındı ve şehit edildi. Bunlar bütün dünyanın gözü önünde yapıldı.
İKTİDAR AKLININ, ULUS DEVLET VE ERKEK AKLININ SALDIRILARI
Devlet yasalarında, hastanelerin insani çalışma yürüttüğü için hedef alınamayacağı belirtiliyor. Türk devleti tarafından Şengal’de hastane vuruldu. Peki neden kimse sesini çıkarmıyor? Bu hastanede halkı, oradaki savunma güçleri hatta Irak askerleri tedavi ediliyordu. Eğer orada Irak askerleri de olsaydı Kazimi böyle sessiz mi kalacaktı. Hatta hastane vurulmadan önce Irak askerlerinin bu hastaneye gitmemeleri için uyarıldığı söyleniyor. Irak askerleri hastane vurulmadan 2-3 gün öncesine kadar bu hastanede tedavi görüyor. Neden bu süreçte onlara hastaneye gitmemesi için uyarı geliyor?
Böyle durumlar gösteriyor ki bunlar çok planlı ve ortak akılla yürütülen saldırılar. Bu akılda iktidarın, hegemonyanın aklı, onun ulus devlet formunun aklıdır. Erkek egemen akıldır. Bugün biliyoruz ki Kuzey ve Doğu Suriye Devrimi, Rojava Devrimi kadın devrimidir. Genç kadınlar, annelerimiz bu toprakların her bir parçasını kanlarıyla suladılar. Bugün kim hedef alınıyor? Bir kadın komutan hedef alınıyor. Erkek akıl bununla “bilinçli, iradeli, kendine sahip çıkan, özgüveni ve cinsine güveni olan, bu güvenle özgücüyle hareket eden kadını da kabul etmiyorum” diyor. Bu nedenle heval Sosin şahsında cesur, iradeli, kadın özgürlük bilinci ve hayaliyle mücadele eden kadın komutan hedef alındı.
Aynı zamanda heval Renas şahsında erkek akıldan kopmak ve özgürleşmek isteyen, kadınla doğru yaşayabilmek isteyen, Rojava devriminde kadınla doğru yoldaşlık yapmak isteyen erkek komutan da hedef alındı. Herkes biliyor ki bu saldırılar sıradan saldırılar değil.
Rusya ve ABD gibi güçler şu anda Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetim alanlarında bulunuyor. Bunlarla bazı ilişkiler var. DAİŞ’e karşı ortak mücadele yürütüldü. Bu güçlerin Türk devletinin son saldırıları karşısındaki sessizliğini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Evet, Rusya ve ABD gibi dünyayı yöneten güçler bu topraklara yerleşmiş durumdalar. Acaba Türk devletine, “Onlar savaş yaralıları, DAİŞ’e karşı savaşta vücudundan parça vermişler. Sen nasıl onları vurursun?” diyemezler mi? Ama bakıyorsun Türk devletinin saldırıları karşısında müthiş bir sessizlikleri var.
Bu aklın ortak bir akıl olduğunu söyledik. Bu her iki güç alanlarımızdayken, onların denetiminde ya da gözetiminde bu saldırılar gerçekleşiyorsa şüphesiz tek başına yürütülen saldırılar değildir. Bir uzlaşma vardır ve bu uzlaşma temelinde bu saldırılar yürütülüyordur. Bu saldırıların amacı alanlarımızda var olan sistemi dağıtmaktır. Yani ABD de, Rusya da iradeli Kürt; kendine güvenen, kendi örgütlerini kuran bir halkın destekçisi değiller.
TEHLİKE HEP VAR, SALDIRILARA KARŞI SONUNA KADAR DİRENECEĞİZ
Son dönemde Türk iktidar medyası ve sosyal medyada sık sık Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetim alanlarına işgal saldırılarının başladığı, yine bazılarında da başlayacağı şeklinde propagandalar yapılıyor. Yakın zamanda Türk devletinin özerk yönetim alanlarına yönelik yeni bir işgal harekatı başlatma riski var mı? Böyle bir durumda YPJ olarak tavrınız nasıl olacak?
Alanlarımıza dönük böyle bir tehlike her zaman var. Diğer taraftan özel savaş ve psikolojik savaş çok yoğun olarak sürdürülüyor. Mesele saldırıp saldırmaması değil, 3 alanımız zaten işgal edilmiş. Bu saldırı zaten olmuş. Alanlarımızın halkımızın kanı ve canıyla DAİŞ saldırılarından özgürleştirildiğini söyledik. Fakat Erdoğan yine Osmanlıcı anlayışıyla ve hayaliyle alanlarımıza saldırdı ve 3 alanımızı işgal etti.
Tabi bu işgale karşı direniş de sürüyor. İşgale karşı bir siyaset, hukuki mücadele ve diplomasi yürütülüyor. Tabi aynı zamanda diğer alanlarımız üzerine an be an yürütülen tehdit ve tehlike ortadan kalkmadı. Bu doğrultuda meşru savunma güçleri olarak her zaman hazırlığımız var. Bir savaş durumunda direneceğiz. Duruşumuz, inancımız ve ısrarımız bellidir. İddiamız güçlüdür. Biz kimseye saldırmıyoruz. Ama bir işgal saldırısı durumunda sonuna kadar topraklarımızı, halkımızı ve değerlerimizi savunacağız.
Peki mevcut saldırı konsepti ve saldırılar karşısında ne yapmak lazım?
Bu saldırılar karşısında halkların ortak duruşu ve birliği gerekli. Halkların, heval Sosin, heval Renas ve katledilen diğer arkadaşların cenaze törenlerine katılımı, sahiplenmeleri aslında bu saldırılara verilen bir cevaptı. Bu sahiplenme ne olursa olsun halkın iradesi kırılmıyor, kadın örgütlülüğü zayıflamayacak, halkların işgalcilere ve işgale karşı öfkesinin ve kininin zayıflamayacağını gösterdi.
Bu mesajı Şengal halkımız ve Şengalli annelerimiz de çok net ortaya koydular. “Ne olursa olsun fermanın tekrarlanmasına izin vermeyeceğiz, Şengal toprağımızdan çıkmayacağız. Topraklarımızı kimseye bırakmayacağız” mesajını verdiler. Yine Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetim Alanlarında yaşayan halklar da bu mesajı verdi. Şehadetler bizi zayıflatmıyor, güçlendiriyor. Şehadetler direnişimizi güçlendiriyor, başarı inancımızı ve ısrarımızı, örgütlenmemizi ve halklar olarak birliğimizi daha da büyütüyor. Kuzey ve Doğu Suriye halklarının Erdoğan işgalciliğine karşı verdiği cevap bu şekildeydi.
Tabi demokrat ve sosyalist kesimlere, kadın ve halkların özgürlüğü, yine insanlık için mücadele eden güçlere de mesajımız var. Bugün insanlığın güvenliği için kendini siper etmiş ve canını vermiş QSD, YPG-YPJ güçlerinin dünyanın gözü önünde katledilmesi ve halkların sessiz kalması vicdansızlık olur. Tabi ki insanlık için, demokrasi ve özgürlükler için mücadele ettiğini söyleyen, bunları isteyen insanların bu saldırılara tepkisini göstermesi önemlidir. Bu olmalıdır.