HABER MERKEZİ
Önder Apo’ya ilişkin birçok aydının, feministin, filozofun, devrimcinin, araştırmacının, tarihçinin, aktivistin kendi duygularını Özgür Yaşam İnşa Diyalogları çalışmasında dile getirdiklerine çok fazla dokunmadan, söylediklerini, yazdıklarını makale haline getirmeye çalışıyoruz. Bu makalemiz beşincisi ve sonuncusu olacak olan makaledir. Amacımız, hem bir şekilde Önder Apo’nun kim olduğunu dış bir gözle anlatmaya çalışmak hem de Önder Apo’nun entelektüel gücüne ve saygınlığına dış dünyada karşılaştığı ilgiliyi göz önüne sermektir.
DAMİAN GERBER-bağımsız akademisyen- ile SHANNON BRİNCAT- Siyaset ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim üyesi- isimlerin birlikte hazırladıkları yazılarının başlığını: ”Öcalan Bookchin ile tanışınca: Kürt özgürlük hareketi ve demokratik konfederalizmin politik teorisi” olarak belirlemişler.
Önder Apo’nun toplumun doğasında özgürlük arayışı ve özgürlük ruhu bulunduğunu, ”Öcalan’a göre, kapitalizme ve devlete rağmen, feodal öncesi ve feodal yapılara rağmen, aşiret ve aristokratik ayrıcalıklara rağmen, “halk kendi içgüdüsel özgürlük, eşitlik ve kardeşlik anlayışını” bir “özgürlük iradesi” olarak korumuştur” tespitinden yola çıkarak, Federici’nin de “Kapitalist genişleme, kapitalist gelişmenin en yüksek olduğu yerde değil, komünal bağların en güçlü olduğu yerde durdurulur ve hatta geri çekilmeye zorlanır” dediği bu özgürlükçü ruhtur. Eğer toplum özgürlüğü tatmış ise orada kapitalist ilişkiler ve kapitalist talan tüketim kültürü var olamaz. Bu bağlamda tarihsel toplum özgürlükçü olan toplumdur, sömürüye boyun eğmeyen toplumdur. Ve ilk insanlık hep böyle yaşamıştır. Eğer ilk toplumlar böyle özgürce yaşamışlarsa, şimdi var olan zapturapt altına almalar, baskılamalar, köleleştirmeler insan eliyle oluşturulmuşlardır. İnsan eliyle inşa edilmiş olan gerçeklikler olduklarına göre bizler bu var olan ve kapitalizmin eliyle de daha derinleştirilen durumu düzeltebiliriz. Geri çevirebiliriz. Geri çevrilecek olan tam 5000 yıldır bizlerde oluşturulmak istenen karakterdir. Devlet karakteri alt üst ilişkilerini içeren karakterdir. Birisinin boyun eğdiği birisin ise boyun eğdirdiği bir yapıdır. Devletçi anlayış, zihniyet, karakteri sanıldığı kadar geri çevirmek, moda deyimle fabrika ayarlarına döndürmek –ki bu durumda fabrika ayarları doğal toplum özellikleridir-çok zordur. Çok zordur ancak imkânsız da değildir.
Bookchin; “Her devrimci proje, her şeyden önce eğitseldir” demektedir. “Yüreğin içinde olmadığı aklı eğitmek eğitim sayılmaz” ancak bilelim ki bu gerçeklik Önder Apo’nun da dediği gibi:” Eğitim, insanların zor görevleri bile isteyerek kabul etmelerine imkân sağlamaktır” ile olabilir.
Eğer bu yapılamazsa Bookchin’in dediği gibi:” Kitlelerin elinde olmayan güç, kaçınılmaz olarak zalimlerin eline düşer.” Böyle olmaması için o zaman büyük bir eğitim hamlesiyle zalimlere boyun eğmeyecek insanı yaratma işine girişmek gerekecektir. Önder Apo’nun tüm işinin bu olmadığını kim söyleyebilir ki?
Sosyal antropolog olan DR. PATRİCK HUFF yazısına” Politik olanın yeniden-büyülenmesi: Abdullah Öcalan, demokratik konfederalizm ve makullüğün politikası” başlığını taşıyor.
Patrick Huff Önder Apo’nun Demokratik Konfederalizm projesi için;” Yenilikçi politik projesinin, politik olanı yeniden büyülü hale getirdiğini savunuyorum” demektedir. Devamında ise: ”Öcalan geleneksel bir bilge değildir; amaçları formal bilgelikten ziyade devrimseldir.”
Başka bir yönden ise Önder Apo’ya David Graeber bakıyor. Yazısının başlığı; ”Bir düşünür olarak Öcalan: Yazma biçimi olarak teori ve pratiğin bütünlüğü”dür.
“Öcalan’ın burada yaptığı şey aynı parçaları almak ve bunları farklı bir şekilde birleştirmek. Bunu yaparken de ait olduğu yer Kürdistan ona rehberlik ediyor… ” demektedir.
Yine; ”Öcalan’ın eğilimi enternasyonalist ve devrimcidir…Öcalan’ın daha kısa vadeli siyasi hedef ve stratejileri, uzun vadeli tarihsel analizleriyle anlaşılabilir” diye yazısını sürdürmektedir.
Devamında; ”Öcalan’ın çözümü, pratik açık uçlu bir bütüncüllüğü ve özünde değer yaratan ve yaşamın karmaşık birliğini doğrulayan pratik bir toplumsal sezgiyi gerektiriyor gibi görünüyor. Öcalan, insanla ve birey, toplum ve doğanın dinamik, çok katmanlı ve iç içe geçen ilişkileriyle ilgileniyor…
Öcalan, demokratik konfederalizmin devlet dışı bir sosyal paradigma olduğunu ve demokratik bir ulus için kültürel bir organizasyon tasarısı olduğunu açıklıyor “ Önder Apo’nun deyimiyle: ”Demokratik modernite’ projemiz bilinen moderniteye alternatif bir taslak olarak düşünülmüştür. Temel siyasal paradigma olarak demokratik konfederalizme dayanır. Demokratik modernite ahlak temelli politik toplumun çatısıdır.”
Daha çarpıcı bir değerlendirmesi ise: ”Yerel karar alma sürecine doğrudan katılımıyla toplumdaki çeşitli özerk sosyal yapıların, örgütlerin ve toplulukların çoğalması, kapitalist modernitede yaygın olan “yanlış̧ yaşam”ın yabancılaştırılması için bir panzehirdir” değerlendirmesidir.
Kitabın en son bölümü öğretim üyesi ve sosyolog olan NAZAN ÜSTÜNDAĞ’ın değerlendirmelerine bırakılmış. Ağırlıklı olarak Önder Apo’nun hakikat arayışına ayırdığı yazısının başlığı; ”Demokratik modernite’nin ilahiyatı: Evren, insan, hakikat ve özgürlük” adını taşıyor.
Nazan Üstündağ: ”Öcalan’ın kitaplarında da devlet ve toplumun birbirleri ile zıtlık içinde var olmasının kaçınılmaz olduğunun altı çizilir. Ona göre devletleşme ve toplumlaşma sürekli çatışma halinde olgulardır. Birinin güçlendiği yerde, diğeri muhakkak zayıflar. Devlet kutsal ise-ki hukuku yapma ve uygulama hakkı gibi yasayı yegâne bozma hakkı da onda olduğu sürece öyledir, tanrısaldır—devletten ayrı bir kaynaktan edinilen kimlikler günahtır, büyü çalmadır, tanrıya şerh koşmadır. Bir diğer deyişle çokluk ve devlet sadece yapısal anlamda değil aynı zamanda ilahiyat açısından da birbirlerinden radikal şekilde farklıdırlar.” Özcesi, bir yerde devlet varsa insan yoktur, toplum yoktur. Ya da Ne kadar çok devlet o kadar az demokrasi!. Ne kadar az devlet o kadar çok demokrasi!
Önder Apo’yu tanımlarken Nazan Hoca: ”Öcalan dünyaya katılımını, son derece ağır şartlarda ve sade emekle ortaya çıkardığı sözden ve yazıdan oluşan hediyeleri ile sağlar. Onu önderi olarak kabul edenler ise, onunla kendilerini saf araca dönüştüren ve kendini yakmaktan açlık grevlerine kadar uzanan geniş̧ bir yelpazede ilişkilenirler. Bu bir mülk ilişkisi, bir hane ilişkisi değildir. En etkin haline ise örneğin 2012’deki açlık grevlerinde olduğu gibi bildiğimiz anlamdaki millet ilişkisini de aşarak demokratikleştiğinde, geniş̧ kitleler için ulaşılabilir olduğunda kavuşur” diye yazmaktadır. Ve esasta birçok çevre için anlaşılmayan ya da anlaşılmak istenmeyen durumun kendisi de budur. Öcalan’a bağlananlar bilinen tarzda birilerine gösterilen bağlılık türünden değildir. Bağlananlar aynı zamanda özneleşerek Öcalan’la birleşiyorlar, bir oluyorlar.”
Önder Apo’nun düşünce gücünün bununla bağlantılı olarak etkileme düzeyine ele alırken de: ”Yörüngesi, yönlenişi, yoğunluğu, bulaşıcılığı ve ortaya çıkardığı ve dolasıma soktuğu değerler pazar ve devlet tarafından belirlenemeyen ve tüketilemeyen bu tür bir ilişki, devlet için korkunçtur elbette…
Bunların dolaşıma girmesi ile birlikte, özellikle Kürdistan’da, devletli-yerlerde ve kapitalizmin pazarında çatlaklar açıldı. Kürdistan Türkiye’nin trafiğini de bozdu. Çalıştaylar, konferanslar, toplantılar, kongreler, ziyaretler derken entelektüeller, gazeteciler, gençler, kadınla ve yoldaşlar, Amed, Cizre, Mardin, Van, Suruç, hatta Hewler ve ötesine yeni, çok merkezli ve çok yönlü hareketlenmeler yaşadı. Sanırım devrim, tam da böyle bir çok yönlü hareketlenme ve onun yeniden üretiminin garanti altına alınabilmesi ve bu hareketlenmenin bireysel ve toplumsal bedenleri birbirine, mekana ve zamana açması, mülkü, milleti ve haneyi işlevsiz kılması, yani hayal gücünün iktidara gelmesidir” diye coşkuyla yazmaktadır.
Daha çarpıcı bir benzetmesi ise: ”Georges Bataille, Friedrich Nietzche üzerine yazdığı bir yazıda Nietzche’nin yazarken kanadığını, o yüzden onu okurken de kanamak gerektiğini söyler. Öcalan’ı okurken kanamak kadar zor olanı yapmak, devrime ve insana aşk ve inanç duymakta ısrar etmek gerekiyor” diyerekte Öcalan’ı sadece okumayla değil bir de onu aşk düzeyinde pratikleştirmekle mümkün olduğunu ifade eder.
Önder Apo’nun anti kapitalistliğini ise ”Abdullah Öcalan’a göre de kapitalist modernite hiç bir zaman tam başarılı olamaz. Her zaman fazlalıklar ve eksiklikler üretir. İnsanları mülkleşme, haneleşme ve uluslaşma yöneliminden saptıracak, sürekli metalaşma ve pazarlaştırma dışında değer üreten, sürdüren ve dağıtan ekonomiler ve ilerleme tarihini boşa çıkaracak hafızalar, isyanlar, gelenekler, inançlar, ilişkiler bir karşı tarih enerjisi olarak vardır. Bunlar toplumun devletleşmeye karşı, komünün kapitalizme karşı, büyünün kutsala karşı kendini savunmasıdır ve demokratik modernite tarihini oluşturur” sözleriyle dile getirmektedir.
Özcesi, Önder Apo’nun paradigmasını; toplumun devletleşmeye, komünün kapitalizme karşı, büyünün ise kutsala karşı kendini savunmasını olarak ele alıyor ve demokratik modernite tarihinin nasıl anlaşılması gerektiğini ise en sade cümlelerle sarf ediyor.
Hevallik diyor Nazan Üstündağ: ”Ulus, mülk ve haneye asla içerilemeyecek bir sadakat türüdür. Yarara çevrilemez, metalaştırılamaz. Hem eşitlik hem de farklılaşma içerir. Hem uyum hem çatışma hem aşk hem de eleştiriyle büyür. Hevallik belki de kendini en güzel halayda gösterir. Birlikte yönelen, benzer bir yere akan, birbirine dayanan, ama tarzda, jestlerde ve stillerde farklılaştıkça uyumlulaşan bir saf araç eyleyişte…” dedir.
Bunun kolay olmadığını Önder Apo’nun insana sorumluluklar yüklediğini ise: ”Öcalan’ın yazılarından çıkan ilahiyat insanı güçlendiricidir. Ancak aynı zamanda hiç bitmeyecek bir mücadeleye işarete eder ve insanın hayatına genellikle sokmaktan kaçındığı ve layık olması zor bazı ölçütleri hayatın tam ortasına yerleştirir” diyerekte Önder Apo ile yürümenin ne kadar zor olduğuna da işaret eder.
Tüm bu zorluklara rağmen Nazan Hoca; ”Eğer kapitalist modernitenin yapı taşı hane, mülk ve ulus ise demokratik modernitenin yapı taşı sonsuz hareket, geçişkenlik, esnekliklik ve enerjikliktir. Bunu sağlayan ise akademiler, komünler, kooperatifler, arkadaşlıklar, yoldaşlıklardır. Demokratik modernitenin ön gördüğü harekete yön, biçim ve içerik veren ilerleme değil hakikat arayışıdır” tespitinde bulunarak Önder Apo’yu takip etmenin ya da Önder Apo’yla bir olmanın esası Hakikat Arayışçılığına dayandığını güçlü bir şekilde ifade etmesidir.
Sonlandırırken, onca seçkin ve düşünce gücüne sahip bilim insanının Önder Apo’yla yürüttükleri diyaloglarını okumak moral verdiğini belirtelim. Kimi zaman kendi dar dünyamızda sıkışıp kaldığımızda, sanıyoruz ki Önder Apo’nun düşünceleri ileride hem de çok çok ileride gerçekleşmesi mümkün olan hatta mümkün olmayan düşüncelerdir. Ancak Özgür Yaşam İnşa Diyalogları’nda görüyoruz ki, dünyanın birçok yerinde farklı düşüncelere ve kültürlere sahip insanların, Önder Apo’nun Demokratik Toplum Manifesto çalışmasında dile getirdikleri görüş ve düşünceleri, tam da bugün için dile getirilmiş ve uygulanmayı bekleyen düşünceler olduğu tespitleridir.
Dünyanın birçok aydınına ve devrimcisine ilham kaynağı olan Demokratik Konfederalizm, Demokratik Özerklik, Demokratik Ulus kavramları ve yine pratiğe geçirilmeye çalışmayı bekleyen; Komün, Meclis, Akademi, Kooperatif örgütlemeleri herkesten daha çok bizi beklediğini bilerek, Önder Apo’nun iyi bir eylemcisi olmayı bilme zamanı olduğunu, bu kitap çalışmasında Önder Apo ile diyaloga girenler dile getirmektedirler.
Özcesi;” Kararan gecede bu ışık patlamalarına ı̇htı̇yacımız var” derken, dile getirilmek istenenler tam da bunlar olmaktadır.
KASIM ENGİN