HABER MERKEZİ
‘Diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız yani, beyaz masadan,
bir daha kalkmamak ihtimali de var.
Duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini
biz yine de güleceğiz anlatılan Bektaşi fıkrasına,
hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden,
yahut da sabırsızlıkla bekleyeceğiz en son ajans haberlerini.
Diyelim ki, dövüşülmeye değer bir şeyler için,
diyelim ki, cephedeyiz.
Daha orda ilk hücumda, daha o gün yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün.
Tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu,
fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz
belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu’.
Devrimci insanlar vardır. Tıpkı Kemal Pir gibi yaşamı uğruna ölecek kadar severler. Fakat bir ütopyanın, sömürüsüz, baskısız ve yasaksız bir başka dünya idealinin uğruna, bir ilkbaharın kızıl şafağında, gözlerini kırpmadan ölümün üzerine yürürler. Bir dağ gibi devrilir ve göklerin sonsuzluğuna gömülürler. Mazlum gibi devrimci öncüler vardır, üç kibrit çöpü ile bedenini, bedenleriyle de sömürge ülkenin zifiri karanlık içindeki şehirlerini-kırlarını tutuştururlar. Ve tutuşan bu şehirlerden, kırlardan yükselen alevlerle dünyayı aydınlatırlar. Mahsunlar vardır, dağlardan kar, gökte burcu-burcu yıldızlar ve yeryüzünün tüm ezilenleri-sömürülenleri ile can yoldaşıdırlar. Che’nin dediği gibi, dünyanın öbür ucundaki bir haksızlığa karşı bile tepeden-tırnağa öfke kesilirler. Dağlarla, amansız mücedelerle ve sınırsız fedakarlıkla özdeşleşirler. Özgürlük dağlarında direnir, savaşırlar.
Sömürge ülkenin her karış toprağına kavgayı-özgürlüğü nakşederler. Sonra bir günün kızıl şafağında, ya da gecenin zifiri karanlığında ansızın, zamansız ve hoşçakalın bile demeden çekip giderler. Gün gelir sesiz-sedasız doğal yaşamı, kararlı-fedakar mücadelesi ve sadakatın şaşmayan adı ile devrilen Zülküf dağı misali Zülküf Gezen’de çekip gider. Sonrasında düzenlenen onca matem, yas, tören, söylenen öfkeli sözler, haykırılan keskin sloganlar bu gidiş gerçeğini değiştiremez. Tıpkı Mazlum’dan Mahsun’a, oradan Zilanlardan Saralara kadar birçok devrimcinin gidişindeki gerçeklik gibi.
Baharı müjdeleyen Newroz ateşleri bir kez daha dört bir yanda yükselmeye başladı. Yeni bir baharın ve başlangıçların öngünüdeyiz. Bu kez başlangıcı yapan ve giden Zülküf Gezen adındaki bir isimsiz kahraman ve bir tepeden-tırnağa insandır. İnsanlığın eşitlik-özgürlük kavgasının Kürdistan’daki şanlı tarihçesine bir ‘çentik’ de benden diyerek bu soylu yolculuğa katılmıştır. Her gidenin ardından geride kalan yüreklere bir kor ateşi olarak düşer. Yoldaşları için bir boğucu hıçkırık halini alır, yürekleri bir cam kırığı yatağına dönüştürür. Sömürge ülke insanlarının kabuk bağlamayan ve hep kanayan yaralarına yenilerini eklerler. Hayatı ezmek-ezilmekten ibaret gören ve adil olmayan zamanın barbarlar dünyasına karşı tarih sahnesine çıkan şövalyenin adı bu kez Zülküf Gezen’dir.
Zülküf ismi Amed-Ergani’de kutsallık atfedilen bir dağın adlandırılmasından gelir. Amed’de çok fazla Zülküf isminin bulunması bu dağ ve buna kutsallık atfedilen durumuyla ilgilidir. Rivayet’e göre dağın ismi, bu bölgede sürdürülen zulme başkaldıran, bu dağı mesken edinerek zalimlere karşı mücadele eden ve böylece toplum tarafından peygamber olarak görülmeye başlanan Zülküf isimli insandan gelmektedir. Zülküf Gezen’in anne-babası isim tercih ederken bu gerçekliğin farkındamıydılar, değil miydiler bilinmez. Fakat kişiliği, yaşamı, ilişkileri ve eylemleri ile Zülküf Gezen’in bu ismi fazlasıyla hak ettiğine Amed şehri, en fazlada tutsaklık günlerinin ilk dönemlerini yaşadığı Amed D tipi zindanındaki devrimci tutsaklar tanıktırlar.
Zülküf Gezen, 2006-2007 yıllarında HPG’nin Önderliğe yaklaşım ‘savaşında-barışında anahtarıdır’ diyerek geliştirdiği hamle kapsamında yapılan bir eylemden sonra tutuklanmıştı. Sur ilçesi-Dağkapı semtinde gerçekleşen ve 1 sömürgeci celladın öldüğü, üçünün de yaralandığı eylemden sonra bir hainin ihaneti sonucu, daha gençliğinin baharındayken esir düşmüştü. Esaretinden sonra Amed D tipi zindanına konulmuştu. Görüp-tanıyanlar açısında Heval Zülküf’ün özgürlük ve Önderlik için yapacağı-yaptığı hiçbir eylem sürpriz değil, olamaz. Çünkü o hayatını Önderlik ve özgürlükle anlamlandırmıştı. Bu anlamlandırmanın çok laf yapmayı, konuşmayı, izahı değil mutlaka değişim gücü olarak eylemi gerektirdiğine herkesten daha fazla yürekten inanmıştı. Bu nedenle bir kez daha hayat bulan, yaşamı-ilişkileri su gibi duru, yüreği kor-kor yanan ve ne zaman bir volkan gibi patlamaya dönüşeceğini kimsenin kestiremediği Apocu militanlıktır. Bir kez daha Önderlik söz konusu olduğunda kimseden emir beklemeden, ‘yüreğimin komutanı ben, kaderimin efendisi yalnızca özgürlüktür’ diyerek, eylemi ile kendini ifade edip-konuşan heval Zülküf gerçekliğidir. Ki onun gençlik çağındaki fiziki yapısının altında yer alan çocuksu ruh hali ve yüzünde hiç eksilmeyen masumiyet en iyi eylemlerde hayat bulmuştur.
Sömürgeci cellatlar ülkemizin isminden korkuyorlar. Örgütsüz ya da örgütlü demeden Kürdistan insanından korkuyorlar. Özgürlük savaşçılarının mekanı olan dağlarından-ovalarından korkuyorlar. Bu korku ikliminin yarattığı newrotik ruh hallerinin zirvesini ise devrimcilerin canlı ya da cansız bedenlerinden duydukları korkuları oluşturuyor. Sömürgeciler, katiller her zaman devrimcilerin canlı hallerinden de cansız bedenlerinden de korkmuşlardır. Bundan dolayı yasak ve baskılarla halkın evlatları ile buluşmasını-sahiplenmesini engellemeye çalışmışlardır. Bunun son örneğini ise Zülküf Gezen yoldaşın cenazesinde sergilemişlerdir. Fakat sömürgecilerin sergiledikleri bu alçaklığa rağmen Zülküf yoldaş kişiliği, yaşamı ve eylemi ile bir mezara sığmayacak kadar büyüktür. Bu nedenle o şimdi Yenikapı Mezarlığında değil, esas olarak Kürdistan dağlarından Amanoslara, Karadeniz’den Dêrazor’a, oradan Kırmanşah’a, Şaxo’ya yayılmış, özgürlük için direnen, bir başka dünya için savaşıp-bedel ödeyen tüm özgürlük savaşçıların yüreğinde, bilincinde yaşıyor. Tıpkı Leyla, Nasır ve binlerce yoldaşları gibi zulmün zincirlerini kırmak, tecridin duvarlarını yıkmak için savaşıyor.
Ramazan Morkoç